Forum'da ara:
Ara


Yazar Mesaj
Mesaj18.07.2009, 19:52 (UTC)    
Mesaj konusu: SADIK BALCI 'Fransızcam yok, hanıma muhtaç yaşıyorum'

'Fransızcam yok, hanıma muhtaç yaşıyorum'


Sadık Balcı, ilkokul mezunu. Rize'de çay toplarken kendini birden ithal damat olarak Fransa'da buldu. Zengin olurum diye heyecanla geldi; ama umduğunu bulamadı.



22 yıldır Strasbourg'da yaşıyor. Belediyenin Aviator semtinde Çingeneleri göçerlikten kurtarmak için yaptırdığı evlerin ihalesine 11 Türk firması ortak olarak girmiş, Sadık usta dış cephe kaplamalarını üstlenmiş. 95 bin Euro'ya mal olan her evden kendisine vergisi çıktıktan sonra 2 bin 100 Euro kalıyor. 84 ev yapacak böyle, 15 tanesini yapmış. Fena iş değil; ama her zaman çıkmıyor böyle iş. Fransız televizyonunu izlemiyor, gazetelerini takip etmiyor, 22 yılda bir kere sinemaya gitti. O da bir Amerikan filmiydi. Restoran deyince McDonald's'ı anlıyor. Sendikalı değil. Dişlerinde eksikler var. "Beni rahatsız etmiyor" diye yaptırmıyor. Türkiye'ye dönmeyi düşünmüyor, artık kendini her şeye rağmen "Fransalı" sayıyor.

İthal damat olmanın sıkıntılarını yaşadın mı?

Benim için en büyük sıkıntı şu yazma ve okuma meselesi. Yazıp okumayı bilsem hanıma muhtaç olmadan kendi işimi kendim yürüteceğim. Ama şimdi hanıma muhtacım.

Dolayısıyla evde patron hanım mı oluyor?

Paylaşamıyoruz patronluğu. O diyor ki ben patronum. Ben diyorum ki işi ben yürüttüğüme göre patron benim. Sen diyorum benim peşime takıl, bana yardımcı ol. O da diyor ki sen yeni geldin. Bir şey bilmiyorsun. Ben uzun zamandan beri buradayım. Ben buraya geleli 22 yıl oldu; ama o 8 yaşındayken geldiği için benden 12 sene kıdemli yani.

Bu, aile ilişkilerini nasıl etkiliyor?

Ben bir tarafa çekiyorum, o bir tarafa çekiyor. Onun için de sıkıntımız oluyor. Mesela bu sabah kağıt işleri vardı (muhasebe demek istiyor). Üç haftadan beri halledemedik. Neden, ben iyi Fransızca bilmediğimden dolayı.

Niye 22 yıldır öğrenemedin? Ayıp değil mi?

Çok ayıp tabii de. Ben şimdi devamlı aklımı işe verdiğim için pek fazla dilimi geliştirmeye zaman ayıramıyorum. Benim durumumda çok Türk erkeği var. Yani devamlı hanıma muhtaç durumda yaşıyorlar.

Öfkelerini kadınlarını döverek mi gösteriyorlar?

Olabilir. Beş yıl oldu, depresyona giriyordum, çok sıkıntım vardı, ben bir iki kere dövdüm. Bundan sonra zannetmiyorum döveceğimi. Dövmekle hallolmadı bir şey. Dövmek acizlik.

Neye kızmıştın?

Ben gözüme bir işi kestirmişim, bir şey yapmak istiyorum. O devamlı engel oluyor ve bir de çocukları kendi tarafına alıp bana kışkırtıyor. Beni frenlemek istiyordu o zamanlarda. Ben de işe girmiştim, yarıda bırakamazdım. Bunu ona anlatamayınca, o da devamlı sağda solda babamdan, kardeşimden yardım istemeye başlayınca dövdüm bir iki sefer. Beni engelliyordu. Benim iş yapma kabiliyetim vardı. Ben 12 sene bir Fransız firmasında çalıştım. İnşaat, aynı bu işti yine. 12 sene içinde mesleği çok iyi öğrendim. Ben emir altında çalışmayı istemiyordum. Kendim bir şeyler yapmak istiyordum. O da böyle bu çevreyi göremiyordu. Göremeyince de işçi olarak orada kal diyordu, beni sınırlandırıyordu.

Dövünce ne oldu?

Gitti, eve polisleri çağırdı. Aslında ben bir tane vurmuştum. Ama düşmüş mü ne yapmış, gözü şişmiş. Polisler eve geldi. Seni asarız, keseriz, sınırdışı ederiz dediler. Sonra polislerle de arkadaş olduk yani. Durumu düzelttik.

Senin karın cebbar, akıllı, herkese yardım ediyor. Onunla gurur duymuyor musun?

Benim hanımın bir şeyi var. Birileri bir şey söylüyor, hemen o tarafa yönleniyor. Yani evi unutuyor, beni unutuyor. Birine yardım diyelim. Dış taraftan birileri gelsin. Desin ki şurada bir mazlum var, düşmüştür. Yardım edilecek, hemen koşar. Beni unutur. Aman bu bey burada bekliyor da demez. Çocukları okutalım, yüksek yerlere gelsinler, büyük insan olsunlar. Ama zamanımız olursa başkalarına zaman ayıralım. Böyle bir şey yok. Sanki oraya mıknatıs gibi bir şey çeker, hemen koşar gider.

Ama dil bilen, yol yordam bilen az kadın var. Birilerinin bunu yapması lazım. Bunu takdir etmek lazım değil mi?

Takdir etmem lazım da onsuz bütün kağıt işlerim aksıyor. İnşaat sektöründe Türkler arasında rekabet çok. Ama beni çok fazla etkilemiyor. Benim rakibim pek yok. Yani benim işimi yapan yok. Duyuyorum ki Türkler rekabetten dolayı parayı kırıyorlar. Bazıları o paraya çalışılmaz diyor. Vergiler çok ağır burada. Ben onlara değil, önüme bakmak istiyorum. Ama arkadan çok vergi var. Bilmem bu kadar vergiyi nasıl buluyorlar, nereden buluyorlar?

Sen iş açısından eşine bağımlısın. Allah korusun ona bir şey olsa sen burada işini nasıl sürdürürsün, ne yaparsın?

Eşime bir şey olsa tahminim ben bu firmayı kapatırım. İşçiliğe dönerim. Çünkü burada çok şey kağıt ile dönüyor.

Fransızca bilen başkasıyla evlenmez misin?

Bilmiyorum. Hanıma, bazen kızdırmak için 'Benim Fransız sekreterim, bana iyi bakıyor. Müsaade et, evleneyim' diyorum. O da bunu ciddi zannediyor. Bir taneyi zor kaldırıyoruz. Zaten ömrümüz kısaldı. 45 yaşına geldik. 10 sene daha normal yaşarsak ne ala.

Kendini ne zaman Fransız hissediyorsun?

İş hayatımda şantiyelerde kendimi Fransız hissediyorum. Ama bazı dairelerde insanların bakışları veya tavırları bana yabancı olduğumu hissettiriyor.

Türkiye'ye izne gittiğin zaman seni ne rahatsız ediyor?

Memlekete gidince yapılmayan veya yarım yapılan, işçiliğe çok özen gösterilmeyen işler beni rahatsız ediyor. Keşke diyorum buradakiler Fransa'ya gelip bir görseler. Fransa'dan öğrendiğim en güzel şey bu çalışma prensipleri. İşi olması gerektiği gibi yapmayı çok seviyorum.




Strasbourg'da bir yardım meleği



Adı Meryem Balcı. 42 yaşında. 34 yıldır Strasbourg'da yaşıyor. Muhasebe okudu. Babası cam işçisiydi. 12 yaşından itibaren sokakta, hastanede, mahkemede, okulda Türklerle Fransızlar arasında tercümanlık yaptı. Onun da kocası ithal damat. İki çocuğu var. Savcılığın bir yan organı olan mağdurlara yardım derneğinde görev yapıyor. Hem davalılarla mahkemeler arasında köprü rolü oynuyor hem de eziyet gören, çocukları kendilerinden koparılan kadınların psikolojik ve hukuki destek almalarına, dil öğrenmelerine yardımcı oluyor. Birçok kadının evde çaresiz bir şekilde oturmaktan kurtulup çalışmalarına vesile olmuş. Dinlerarası diyalog, kermes vs. gibi Türk etkinliklerine ilkokul, ortaokuldaki Fransız hocalarını çağırdığında onlar koşarak geliyorlar. Politikaya girmeyi düşünüp düşünmediğini merak ediyorum. Türkler için iyi bir rol model olabilir. Sosyalist parti teklif etmiş; ama o 'düşünmüyorum' demiş. Meryem, Rize şivesini yitirmemiş, Fransızcası mükemmel. Kimin yardıma ihtiyacı varsa ona koşuyor. Kendini aşmış bir Laz bacısı. Belediye başkanının verdiği bir yemeğe davet edilmiş. Eşi "Utanmayacak mısın, tek başı kapalı sen olacaksın o resmi yerde?" diye şaşırmış. "Neden utanayım ki? Beni nasılsam öyle kabul ettiler zaten. Gittim yemeğe. Kimse yan bakmadı bana, örtüme tek laf edilmedi." diyor. Bir başka yemekte bir Türk 'Neden gidip Fransız derneklerine çalışıyorsun da Türk derneklerine gelmiyorsun?' diye sormuş. Şöyle cevap vermiş: "Siz beni türbanımla kabul etmiyorsunuz da ondan." Türklerin ona bakışını da şu sözlerle özetliyor: "Türkler bana diyorlar ki, 'Sen bir Fransız gibi kiliseye, cenazeye neden gidiyorsun? Kendine güvenebiliyor musun?' Yani din değiştiririm diye korkuyorlar. Bu onların kendi güvensizlikleri. Peygamber Efendimiz bir Yahudi'nin cenazesine nasıl saygı göstermişti unuttun mu? İlk gittiğim bir cenazede bir Fransız geldi yanıma. 'Biliyor musunuz ilk defa başı kapalı bir bayan gördüm ve çok memnun oldum.' dedi. Onun o söylemesi yetti yani bana."

Anlaşıldığı gibi, kendilerinden biri de olsa Türk kadınının, onların yapamadığını yapması, toplumla kaynaşması, aktif bir şekilde çalışmasını hazmedemiyor Türkler. Meryem onlara kendi yetersizliklerini gösteren bir ayna oluyor. Ama o, güçlü kişiliği nedeniyle bunu problem yapmıyor. Belki Fransa'da değil Türkiye'de okusaydı bu kişiliği baskı altına alınacaktı. Nitekim beni haklı çıkaran şu değerlendirmeyi yapıyor: "Benim on yıldır ehliyetim var. Türkiye'ye gittiğimde arabayla gezecek olsak diyorlar ki: 'Ya nasıl oluyor, siz tek başınıza nasıl gidiyorsunuz?' Ben Fransa'da bazen 1.000 kilometre yol yapıyorum. Uzak yerlere tek başıma gidiyorum. Diyorlar: 'Ya nasıl gidiyorsun? Olamaz. Belki araba bozuldu, belki bir şey oldu. Kadın başına gidemezsin'. Çok şaşırıyorum. Türkiye'ye bir hafta gezmeye gittim. Ev eşyasına olsun, kıyafetlerine olsun ne kadar çok önem veriyorlar. Bizim burada her sene bir mobilya alayım gibi bir düşüncemiz yok. Tek istediğimiz huzur."

Kocası Sadık Bey halasının oğlu. İnşaatçı. Binaların pimapen işlerini yapıyor. Peki kendisi nasıl çözmüş problemleri? "Ben her şeye 'he ya' demem. Bazen sana söylenilenin tam tersini yapmak gerekiyor bence. Bazen bana diyordu ki: 'Sen sakın beni geçmeye bakma, arkamdan gel'. Öyle bunaldığım günler oldu ki, ehliyetim olmasaydı, okumamış olsaydım, evde otursaydım daha güzel olurdu demeye vardırmıştım işi. Beyim 'Ben sensiz yapamam' der her zaman. İş konusunda anlaşamadığımız olur. Mesela bu inşaat malzemelerini koyduğumuz depoyu aldığı zaman 'Bura bize çok büyük; burayı almayalım.' dedim. Sonra beyim tamamen işyerini satmak istiyor. Bazen daralıyor. Fransa'nın en büyük yükü vergiler. Şimdi bize gelen deponun vergisi 4.200 Euro senelik. 'Satalım, başka iş yapalım' diyor. 'Ben ölürsem ne yapacaksın?' diyor. Ben de 'Sen yeter ki öl' diyorum, 'bana bir şey olmaz' diyorum. Ölümü hiçbir zaman istemeyeceksin. Burayı satarken bile başımıza belki başka bir hal gelir diyorum. Altı yıl daha sabretsek buranın mülkü tamamen bizim olacak. Şimdi ayda 1.200 Euro ödüyoruz."
______________


www.muhsin-yazicioglu.tr.gg
Önceki mesajları göster:   


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Türkçe Çeviri: phpBB Türkiye & Erdem Çorapçıoğlu