BÜYÜK TAARRUZ(26 Ağustos 1922)
Yunan Tarafı
Sakarya Savaşı'ndan sonra Yunanlılar Eskişehir-Afyon çizgisinde kuvvetli bir savunma hattı oluşturdular. Bu cepheleri gören bir İngiliz Kurmay Subayı "Türkler bu mevzileri dört beş ayda işgal ederlerse bir günde susturduklarını iddia edebilirler." demişti. Bu cepheyi böylesine güçlendiren Yunanlılar diğer yandan, İtalyanların boşalttığı Söke ve Kuşadası'nı (21 ve 30 Nisan 1922) işgal ettiler. Bu davranışlarıyla Anadolu'da kalmaya kararlı olduklarını gösteriyorlardı. Ege yöresinin Rumlarını da silah altına alarak birlikler oluşturuyorlardı. Türkiye'ye gözdağı vermek, Yunan halkının moralini yükseltmek ve Türk savaş gemilerince esir alınan "Enosis" isimli gemilerinin intikamını almak için 7 Haziran 1922'de Samsun'u bombardıman ettiler. 5 Haziran'da Yunan Ordusu'nun başına Lloyd George'un "Bir çeSit deli" dediği Hacı Anesti'nin getirilmesi ile, Yunanlılar Trakya ve Anadolu'da sivil halka karşı baskı ve katliama giriştiler. Haziran sonunda başlatılan faaliyetler sonucu, 30 Temmuz'da İonya (İzmir ve kuzey bölgesi) Muhtariyetini ilan ettiler. Bu hareketleri Ankara ve İstanbul tarafından protesto edildi. 29 Temmuz'da da İngiltere'ye bir nota vererek, Türkleri barışa zorlamak için İstantanbul'u işgal etmek zorunda olduklarını bildirdiler ve hemen arkasından iki tümenlik bir kuvveti Anadolu'dan İstanbul'a taşımak için hazırlıklara başladılar. Bunun üzerine İstanbul'daki Türk Gizli Teşkilatı önemli yerlere top yerleştirirken, şehrin savunması için binlerce kişi hazırlandı. Diğer yandan Fransa enerjik bir tutum izledi. General Pelle'ye verilen emirle Yunanlılara engel olması, gerekirse kuvvet kullanması bildirildi. İngiliz General Harrington da Lloyrd George'un politikasına aykırı olarak Fransızlara yardım ederek Çatalca hattına asker gönderdi. İtalya da aynı enerjik tutuma girince Yunanlılar bu girişimlerden vazgeçtiler.
Yunanistan bu politikayı ve hazırlıklarını sürdürürken, ordusunun ve Yunan halkının morali çok kötü idi. Sakarya'daki ağır yenilgi ve kayıpların açıklanması, çok kötü etki yaptı. Yunan askeri Anadolu'da boşu boşuna savaştığını düşünmeye başladı. Ordu Kralcı ve Venizelosçu çatışması içinde eğitim ve disiplinini yitirmişti. Siyasi ve askeri çöküntü yanısıra ekonomik bunalım da üst düzeye çıkmış ve dış yardım kapıları kapanmıştı. Yabancı devlet adamları ve askeri gözlemcilerin, Yunanlıların Anadolu'yu terk etmeleri yolunda uyarılarına da aldırmıyorlardı. Büyük Yunanistan'ı gerçekleştirmek için ellerine geçirdikleri tarihi fırsatı kaçırmak istemiyorlardı. Ordularının yeterli kuvvette olduklan kanısındaydıiar.
Türk Tarafı
Sakarya Savaşı'ndan sonra, Yunan Ordusu'nun hazırlık yapmasına fırsat bırakmadan, taarruz yapılması istenmiş, fakat ordunun buna hazır olmaması yüzünden vazgeçilmişti. Daha sonra yağışların başlaması dolayısıyla taarruz ertelendi, fakat her an taarruz yapılacakmış gibi hazırlık yapıldı. 1921 Eylül ayında seferberlik ilan edilmiş olduğundan ordunun er ihtiyacı büyük ölçüde giderildi. Sakarya Savaşı'nda, yiyecek, giyecek, cephane yokluğu yüzünden artan firar olayları kalmadı. Ordunun ihtiyacı olan malzeme, silah, cephane çeşitli yollardan sağlanırken eğitim ve disiplin mükemmel düzeye getirildi. Ordu içinde emir-komuta zinciri sağlandı. Cephe gerisinde de güvenlik önlemleri alındı. Ordunun komuta heyeti, uzun savaş yıllarında yetişmiş, tecrübeli komutanlardan oluşuyordu. Yeni getirilen erlerle ordunun sayısı 200.000'e ulaştı. Yiyecek, giyecek, cephane yeterli düzeye getirildi. Birkaç meydan savaşı yapılması olasılığı düşünülerek, ona göre hazırlık yapıldı. Türk Ordusu vatan topraklarını kurtarmak için Başkomutan'ın taarruz emrini bekliyordu.
Tarafların Kuvvetleri
Taraflar Subay Er Tüfek Hafif Mk.Tüfek Ağır Mk.Tüfek Top323 Kılıç
Türk Ordusu 8.659 199.283 100.352 2.025 839 323 5.282
Yunan Ordusu 6.565 218.432 90.000 3.139 1.280 418 1.280
Türk Ordusu butün güçlüklere rağmen, malzeme ve silah bakımından Yunan Ordusu'na yakın duruma gelebildi. Başkomutan daha Ocak 1922'den itibaren taarruz planlarını hazırlamıştı, Sık sık cepheye giderek hazırlıkları yakından izledi.
Taarruz Kararı
M. Kemal Paşa 27 Temmuz 1922'de Alaşehir'e geldi. Taarruz planı üzerinde Genelkurmay Başkanı ve Cephe Komutanı ile son değişiklikleri yaptı ve planın aldığı son biçime göre 15 Ağustos'a kadar bütün hazırlıkların tamamlanmasına ve 30 Temmuz tarihli görüşmede, 26 Ağustos tarihinde taarruz yapılmasına karar verildi.
Fakat M. Kemal Paşa, Türkiye sorununun barışçı yollardan çözülmesi için İtilaf Devletleri'ne son bir kez daha başvuruda bulunmayı uygun gördü. T.B.M.M. Hükümeti'ni temsilen İçişleri Bakanı Fethi(Okyar) Bey, tam yetkili olarak Temmuz ayında Avrupa'ya gönderildi. 23 Temmuz'da Poincare ile görüşen Fethi Bey, gazetecilere "Zaferi kazanabiliriz. Fakat kan dökmekten çekiniyoruz." dedi. İngiltere ise Fethi Bey'le bakan düzeyinde görüşmeyi red etti. Fethi Bey'in bütün barışçı girişimleri Türkiye'yi güçsüz zanneden ve bu girişimi de bu guçsüzlüğün sonucu olarak yorumlayan İngiltere tarafından geri çevrilince, Fethi Bey Hükümete 14 Ağustos'tan sonra yolladığı raporda "Ulusal amaçlarımızın sağlanması, ancak askeri faaliyetlerle kabil olabilecektir." diyerek barış girişimlerinin sonuçsuz kaıdığını bildirdi. Mustafa Kemal Paşa'nın, taarruz hazırlıklarını izlemek için 17/18 Ağustos gecesi Ankara'dan ayrılarak Konya'ya gitti. Ankara'dan ayrıldığını bilen yalnız bir kaç kişi vardı. Hatta 21 Ağustos ta Çankaya'da bir balo tertiplendiği de ilan edildi. Halbuki M. Kemal Paşa 20 Ağustos'ta Akşehir'de idi. Konya'da postahaneye el koydurtan M. Kemal, Paşa, Konya'da bulunduğunun duyurulmasını engelledi. 20 Ağustos'ta Başkomutan, Batı Cephesi Komutanı'na 26 Ağustos'ta taarraza geçilmesi emrini verdi. Aynı gece yapılan komutanlar toplantısında durumu butün komutanlara harita üzerinde açıklayan Başkomutan, taarruz emrini yineledi.
Türk Ordusu düşmana yakın kuvvete sahipti. Oysa taarruz yapılabilmesi için düşmandan iki-üç kat üstün olmak gerekiyordu. Bu sebeple taarruz yeri olarak seçilen Afyon'a, Eskişehir'den bazı kuvvetler gece yüruyüşü ile getirildi. Bu şekilde Afyon yöresindeki düşman kuvvetlerine karşı üstünlük sağlanırken, Eskişehir cephesindeki kuvvetler zayıflamıştı. Bu sebeple bazı ordu komutanları, taarruzu sakıncalı buldularsa da Başkomutan'ın emrini yerine getirdiler. Eskişehir yöresi, I. ve II. İnönü, Eskişehir-Kutahya ve Sakarya Savaşları yüzünden savaş alanı olmuş, kaynakları tükenmiş, halkı büyük sıkıntılar içinde idi. Oysa Afyon yöresi savaş alanı olmamıştı. Cephenin arkasında Konya Ovası'nın ürünü vardı. Düşman Afyon yönünden bir taarruz beklemiyordu. Başkomutan taarruz kararını Bakanlar Kurulu'na da bildirdi. Türk ordusu 25-26 Ağustos gecesi bütün hazırlıklarını yapıp, düşman cephesine iyice yaklaştı. Taarruz süresince, ordunun ihtiyacı olan cephane, malzemenin taşınması için yine halktan yardım istendi. Erkekleri cephede olan kadınlar, yüzlerce kağnı ile geldiler. Hatta bazı kağnılara öküz bulunamadığı için inek koşulmuştu.
Türk taarruz planının esası, düşmana, geride yeni bir cephe kurmasına olanak vermeyecek bir biçimde bir tek darbede yenmek ve düşman silahlı kuvvetlerini imha etmek idi. Binbir güçlük ile sağlanmış bulunan cephanenin uzun bir savaşa yetmesi mümkün değildi.
Türk topçusunun 26 Ağustos sabahı saat 04:30'da ateş açması ile taarruz başladı. Başkomutan, Genelkurmay Başkanı ve Cephe Komutanı Kocatepe'den taarruzu izliyorlardı. 26 Ağustos günü düşmana ait önemli birkaç tepe ele geçirildi. 27 Ağustos'tan itibaren düşman geri çekilmeye başladı. Turk kuvvetleri üstünlüğü ele geçirdiler. Yunan ordusu çekilirken etrafı ateşe vermeye başladı. Bu iki gün içinde Yunanlıların 4-5 tumeni yenildi. Yunanlılar'ın Eskişehir cephesinde bulunan kuvvetli birliklerinin, savunma cephesi kurmalarına fırsat vermemek için süvari birlikleri, gerilere sarktılar ve Dumlupınar yolunu tıkadılar. Çember içine alınan Yunan Ordusu'nun 5 tümeni, bizzat Başkomutan taarafından yönetilen bir savaş sonunda, çok ağır şekilde yenilerek teslim oldu. Kurtulan Yunan kuvvetleri panik halinde İzmir'e doğru kaçmaya başladılar. 30 Ağustos'da Dumlupınar'da düşman kuvvetlerinin imhası ile sonuçlanan bu meydan savaşına ismet Paşa 31 Ağustos'ta, "Başkumandan Meydan Savaşı" adını verdi. M. Kemal bu savaşa "Rum Sındığı" adını vermişti.
Meydan savaşından sonra, çevreyi gezen M. Kemal Paşa, düşmanın ağır yenilgisini, savaş alanında bıraktığı silah, cephane ve savaş malzemesini, ölülerini, sürü sürü esirin kafilelerle geriye götürülmesini gördükten sonra çok duygulanmış ve yanındakilere, "Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bzie ait değildir." demiştir.
31 Ağustos'ta düşmanın ana kuvvetleri imha veya esir edilmişti. Eskişehir yöresindeki kuvvetleri de çekilmeye hazırlanıyordu. Fakat Kocaeli ve Trakya'dan getirecekleri kuvvetleriyle Eskişehir'den çekilen kuvvetlerini birleştirme olasılığı olan Yunan Ordusu İzmir'in doğusunda yeni bir savunma hattı kurabilirdi. Bu duruma fırsat verilmemesi için Başkomutan ordulara Yunan Ordusu'nun İzmir'e kadar aman verilmeden izlenmesini, nerede yakalanırsa orada taarruz edilmesini bildirerek, tarihi, "Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir ileri!" emrini verdi. Başkamutanın isteği ile Fevzi Paşa Mareşallığa ve İsmet Paşa Ferikliğe terfi ettiler. Diğer komutanlar da bir üst rütbeye yükseltildiler. Türk Ordusu amansız bir takip harekatına başladı. Yunan Ordusu silahını, cephanesini ve malzemesini terk ederek kaçıyor, kaçarken her yeri yakıp yıkıyor, gerisinde buyük bir enkaz bırakıyordu. Ele geçen malzeme ve esir buyük sayılara ulaşıyordu. Binlerce ölü ve esir veren Yunan Ordusu'nun artık kendisini toplaması olanaksızdı. Askerler bir an önce İzmir'e ulaşıp oradan gemiye binmek ve canını kurtarmak yarışına girmişlerdi. Yunan Ordusu çekilirken büyük katliam yaptığı için, Türk Ordusu'nun intikam alacağı korkusuyla Yunan Ordusu ve yerli Rumlar İzmir'e doğru kaçıyordu.
31 Ağustos'ta başlayan takip harekatı, yanan Türk şehir ve kasabalarının arasından, öldürülen Türk kadın ve çocuklarının Türk askeri üzerinde yarattığı büyük ve yorgunluk tanımayan bir azimle 9 Eylül günü İzmir'e girmesi ile sonuçlandı. Yunan Ordusu Anadolu'da bu kadar büyük zulüm yapmış olmasına rağmen esir alınan Yunan Generalleri, Türk Başkomutanı tarafından ağırlanıp, teselli edildiler.
Afyon tarafında bozulan Yunan kuvvetleri İzmir'e doğru kaçarlarken, Eskişehir yöresindeki kuvvetleri ise, Türk Ordusu'nun Kocaeli yöresinden çeviren kuvvetlerine teslim oldu. Bir kısmı ise Bandırma yönünde çekildi. Batı Anadolu şehirleri bir biri ardına kurtarılmaya başlandı. Yunan Ordusu tarafından yakılmış olan bu şehirler sırayla Türk Ordusu'nu karşıladı. 4 Eylül'de Alaşehir, Buldan, Kula, Söğüt, 5 Eylül'de Bilecik, Bozöyük, Simav, Demirci, Ödemiş, Salihli, 6 Eylül'de Akhisar, Balıkesir, 7 Eylül'de Aydın, 8 Eylül'de Kemalpaşa ve Manisa'ya Türk Ordusu girdi. 9 Eylül'de de İzmir, 10 Eylül'de Bursa kurtarıldı.
Denize ulaşabilen Yunan askeri kendini bulabildiği araçla adalara atmaya çalışıyorlardı. Bandırma ve İzmir yöresi Yunan askerleri ve yerli rum kafilelerinden geçilmiyordu. Türkler geliyor korkusu, adalarda yaşayan Rumları bile korkutmuş, arada deniz bulunduğunu unutturmuştu. İzmir şehri büyük bir insan kalabalığının, kendilerini gemilere atıp, canını kurtarmak isteyen Yunan Askeri ve yerli Rumların oluşturduğu mahşeri bir görünümdeydi. Limanda bulunan İtilaf Devletleri (Özellikle İngiliz) gemilerine binmek isteyen bu kalabalık, gemilere alınmıyor, binmekte ısrar edip, kayıklarla gemilere yanaşanlar denize atılıyor, hatta kalabalığın hücumu karşısında, gemidekiler tarafından ateş açılarak vuruluyorlardı. Yunan Ordusu'nu İzmir'e çıkartan İngilizler, şimdi onları kaderine terk ediyordu. Yerli Rum kayıkçılar kendi soydaşlarından, çok aşırı ücret istiyorlardı.
M.Kemal Paşa 9 Eylül'de Belkahveye geldi, fakat İzmir'de çatışmalar sürdüğü için geceyi KemalPaşa'da (Nif) geçirdi ve 10 Eylül'de İzmir'e girdi. 10 Eylül'de bile yer yer çarpışmalar sürmekteydi 3.000 kişilik bir Yunan kuvveti esir alınmıştı. İzmir'e giren M. Kemal Paşa'nın kalması için Karşıyaka'da bir köşk hazırlandı. Kral Konslantin de bu köşkte kalmıştı. Evin kapısında kendisini karşılayanlar merdivenlere bir Yunan Bayrağı sermişlerdi. Yunan Kralı'nın Türk Bayrağı'nı çiğneyerek eve girdiğini belirtenlere M. Kemal: "Hata etmiş. Ben bu hatayı tekrar edemem. Bayrak, ulusunun şerefidir. Ne olursa olsun yerlere serilemez ve çiğnenemez. Kaldırınız..." yanıtını vererek Yunan Bayrağı'nı kaldırttı.
Buyük zafer ülkenin her yanında coşkuyla karşılanırken, dış Müslüman ülkelerden tebrik telgrafları gelmeye başladı. İlk tebrik edenlerin başında Sovyetler Birliği Elçisi Aralov vardı. Aralov "Batı Emperyalizmi"ne karşı savaşan Türkiye'yi kurtlarken, Müslüman ülkeler Haçlılara karşı elde edilen başarıyı kutluyorlardı. Fransa, İngiltere, İtalya, ve A.B.D.'nin İzmir'deki konsolosları ve amiralleri de 10 Eylül'de Ordu Komutanı'nı tebrik ettiler. Fakat endişe içinde oldukları açıkça ortadaydı. Çünkü bu savaşla yalnız Yunanlılar yenilmiş değil, İtilaf Devletleri'nin (Lloyd George, Wilson, Clemenceau, Orlando) kurdukları dünya duzeni de yıkılmış oluyordu. New York Times, Yunan yenilgisini insanlığın ve uygarlığın başına gelen en büyük felaket olarak nitelendirirken, İngiliz basını olayı dehşetle veriyor ve Fransız basını Türkiye'ye yeni bir savaşın açılıp açılmayacağını soruyordu. Gazete başlıklarında "Türk Zaferi", "Türkler İzmir'de" yazıları yer alırken 250.000 kişilik Türk Ordusu'nun Yunanlıları nasıl ezip geçtiği, Yunanlıların insan ve silah, cephane kayıpları uzerinde duruluyordu. "Le Temps Gazetesi" , on beş günde, bir yıldırım harbiyle iki Yunan Ordusu'nu yok edip, kalıntılarını denize döken Türklerin "Küçük Asya Sorunu"nu çözdüklerini, Kral Konstantin'in maceracı politikasının feci sonucunu gençekçi bir yorumla veriyordu.
Türk Ordusu'nun İzmir'e girmesınden birkaç gün sonra 13 Eylül günü şehrin bazı yerlerinde yangın çıktı. Özellikle Ermeni evlerinden silah sesleri gelmesi ve arkasından buyük bir yangın çıkması, yangının "Ermeni ve Rum Örgütleri"nce çıkartıldığı ve İngiliz Konsolosu'ndan yardım gördükleri söylentilerinin yayılmasına yol açtı. Evleri yanan Avrupalı tüccarlar yangının Ermeniler tarafından çıkartıldığını ileri sürüyorlardı. Amerikalı, İngiliz, Fransız ve İtalyan Konsolosları 6 Eylül'de Yunan Harbiye Bakanı'ndan İzmir'in yakılmaması için garanti istemişlerse de, bu garanti verilmemişdi· Bütün Batı Anadolu'yu yakan Yunanlıların İzmir'i Türklerin yaktığını ileri sürmeleri çok ilginçtir. Şehrin yanmasından en çok zarar gören Türkler idi. Kurtardıkları "Güzel İzmir" yanıyordu. En çok üzülen M. Kemal Paşa oldu. Yangın üç gün sürdü ve şehrin üyük bir kısmı kül oldu. Şimdi Türkiye'nin eline harabe halinde bir şehir terk edilmişti. Tıpkı Batı Anadolu'nun diğer şehir, kasaba ve köyleri gibi.
Zafer'in Sonucu
Yunan Ordusu'nun on beş gün içinde imhası ile sonuçlanan "Büyük Zafer", Başkomutan'ın büyük riski göze alarak, güçlü bir sıklet merkezi yapmak, taarruzda baskını sağlamak, denk kuvvetle, ateş üstünlüğüne sahip düşmana karşı, savaşta kesin sonuç yerini seçme, doğru karar verme, iç ve dış politikayı iyi yönetmek, ulusu ve orduyu kaynaştırıp savaşa hazırlamaktaki üstün başarısıyla kazanıldı. Türk Ordusu 4-5 ayda parçalanamaz denen Yunan Cephesi'ni bir kaç günde parçaladı. 15 günde 500-600 km. yol aldı. 150.000 kişilik bir düşman ordusunu imha etti. Bu büyük başarı içte ulusal bütünlüğü ve güveni sağladı. Öldü zannedilen Türk Ulusu'nun azmi, bu düşünceyi yıktı. Mudanya Ateşkes Antlaşması ve Lozan Atlaşması'nın imzalanmasını hazırlaması bakımından, büyük güç kaynağı oldu. Tam bağımsız Türk Devleti olan ve Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşu ve Türk Devrimi'nin güç kayanağı yine bu zafer oldu. Sevr ile "Doğu Sorunu"nu diledikleri gibi çözebileceklerini zanneden İtilaf devletleri, Türkiye'nin gücünü ve Lozan'da Doğu Sorunu'nun kapandığını kabul ettiler. Atatürk'ün dediği gibi, zaferler amaçları ve sonuçları bakımından önem taşırlar. Tarihte büyük meydan savaşları çok olmuştur. Fakat bunların çoğu aynı ölçüde büyük sonuçlar getirmemiştir. Başkomutan Meydan savaşı yalnızca, düşman ordularını denize dökmek ve ülkeyi kurtarmakla kalmamış, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu hazırlamıştır.
BÜYÜK TAARRUZA HAZIRLIK
1921 yılı Türkiye için askeri ve politik mücadeleler ve başarılarla geçti. Daha Erzurum Kongresi sırasında savaş stratejisini çizmiş bulunan M. Kemal Paşa, Yunan Ordusu'na karşı kesin sonuç alıcı taarruz gücüne erişilmedikçe, yalnızca savunma savaşları yapmıştı· Kurtuluş Savaşı'nın ulusal örgütlenmesi, "Kuva-yı Milliye" ve B.M.M. nin açılmasından sonra "T.B.M.M." dönemi olarak iki bölümde ele alınabileceği gibi, askeri strateji yönünden de
* Oyalama
* Strateji
* Genel Karşı Saldırı şeklinde üç evreye ayırabiliriz. Oyalama evresi 15 Mayıs 1919'dan 6 Ocak 1921'e kadar sürmüştü. Bu dönem aynı zamanda, ulusal bilinçlenme, ulusal siyasi örgütlenme ve yeni devletin kuruluş dönemi idi. Stratejik savunma evresi 6 Ocak 1921'den 13 Eylül 1921'e kadar yani Sakarya Zaferi'nin sonuna kadar sürdü. Bu evrede ordunun kuruluşu, iç güvenlik otoritesinin kurulması, iç kaynakların örgütlenmesi dıŞ kaynak sağlanması dış ilişkilerde antlaşmalar yapılması gerçekleşti. Her iki evreyi de başarıyla sonuçlandıran M. Kemal Paşa stratejisinin kesin sonuca gidecek olan üçüncü evresinde, "Genel Karşı Saldırı" evresine gelmişti.
Hayatı boyunca hemen hiç başarısız olmamış, savaşlar içinde yetişmiş olan M. Kemal Paşa üstün askeri-siyasi strateji zekasına ve bilgisine ve üstün seziş inisyatif yeteneklerine sahip bir komutandı. Kesin şonuç alıcı bir "İmha Savaşı"na hazırlanmak için zamana ve ordunun en az 100.000 kişilik bir silahlı güce gereksinimi vardı. Yüzlerce top ve makinalı tüfek, bu kadar silah için milyonlarca mermi ve binlerce ton tutan bu savaş malzemesinin cepheye taşınması ve ordunun komutan ve subay gereksiniminin karşılanması gerekiyordu. Cephane ve silahın yanı sıra yiyecek, giyecek, hastahane, doktor, ilaç gerekliydi. Sakarya Savaşı'nın kazanılmasından sonra M. Kemal Paşa, Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'ya, on günlük hazırlık yapıldıktan sonra genel saldırıya geçilmesi emrini vermişti. Fakat İsmet Paşa'ya ordunun silah, cephane, lojistik, sağlık hizmetlerinin çok kötü durumda olduğunu ve böyle bir saldırıyı yapacak güçte olmadığını bildirmiş ve Başkomutan yerinde yaptığı incelemelerden sonra bu saldırı ertelenmişti. Öyle görülüyor ki, savunma durumuna geçmiş ve yeni kuvvetler getirterek cephesini kuvvetlendirmiş olan Yunan Ordusu'na saldırı için bir yıl beklemek gerekiyordu.
Diğer yandan Meclis içinde M. Kemal Paşa'ya muhalif olanlar yine saldırılara, halkın ve ordunun moralini bozucu eleştirilere başlamışlardı. Halk ise uzun savaş yılları boyunca bütün varını yoğunu ortaya koymuştu ve perişan durumdaydı. Başkomutan kesin sonuca, düşmanı vatan topraklarında yok edecek başarıya ulaşabilmek için
* Ulusu
* Meclisi
* Orduyu savaşa hazırlamak ve "Türkiye'nin düşünen kafalarını büsbütün yeni bir inançla donatmak. Bütün ulusa sağlam bir maneviyat vermek." gerektiğini biliyor ve bu yolda çalışıyordu. Bu dönem cephede sakin, fakat cephe gerisinde çetin mücadeleler ve hazırlıkla geçti.
Halk Ulusal Mücadele'nin başında Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin etkisinde kalmış ve T.B.M.M.'nin otoritesine girmemek için bazı yerlerde direnmişti. Ulusal iradenin gücü her geçen gün arttı. Birinci Dünya Savaş1 içinde perişan olan, bu fakir halk Sakarya Zaferi'nden sonra, M. Kemal Paşa'ya büyük bir inançla bağlandı. Ordunun hazırlanması için varını yoğunu ortaya koyarak çalışmaya başladı. Buna rağmen halkı kışkırtanlar, bozguncular, casuslar ve oldukça azalmıs olmalarına rağmen asker kaçakları ve soygun olayları vardı. Meclis otoritesinin ve Başkomutanın emirlerinin yerine getirilmesi, içinde bulunulan olağanüstü tehlike içinde, olağanüstü yetkilerin devamına gereksinim gösteriyordu.
İstiklal Mahkemeleri
Eskişehir-Kütahya yenilgileri üzerine doğan olağanüstü tehlike karşısında İstiklal Mahkemeleri yeniden kurulmuş ve 5 Ağustos'ta da M. Kemal Başkomutan olunca İstiklal Mahkemeleri kurmak ve üyelerini atamak veya görevlerine son vermek yetkisi de kendisine geçmişti.
İstiklal Mahkemeleri gerek Sakarya Savaşı sırasında, gerekse savaştan sonra Kastamonu, Konya, Yozgat, Samsun ve Ankara yörelerinde çalıştılar. Asker kaçakları, bozguncu, casus, soyguncu, v.b. suçlulara karşı sert bir şekilde çalışırlarken, Tekalif-i Milliye Emirleri'nin yerine getirilmesini sağladılar. Bu emirlere uymayıp, istenen malzemeyi vermeyenleri cezalandırdıkları gibi, Tekalif-i Milliye Emirleri dışında, halkın elindeki ulaşım araçlarını ve yiyecek maddelerini ve hayvanlarını zorla alan devlet görevlilerine karşı da sert önlemler almaktan çekinmediler. Bu emirlere aykırı olarak hareket edilmesini engellemek için, bu gibi suçluların en sert şekilde cezalandınlacakları da.basın yoluyla ilan edildi. Özellikle Sakarya cephesinin iki kanadında çalışan Kastamonu ve Konya İstiklal Mahkemeleri'nin en büyük çalışma konusu asker kaçakları olayları idi. Bunlara, eğer, soygun, adam öldürme, tecavüz gibi suçlar işlememişlerse af tanınıyor ve cepheye katılmaları sağlanıyordu. Samsun ve Yozgat İstiklal Mahkemeleri ise Pontus isyanı suçluları başta olmak üzere diğer suçlara da baktılar. Çalışma yöntemleri önceki İstiklal Mahkemeleri ile aynıydı.
Yalnızca Kastamonu İstiklal Mahkemesi'nin 20 Ağustos-20 Eylül 1921 arasında bakaya ve firarda bulunan 12.733 kişiyi cepheye gönderdiği gözönüne alınırsa, asker kaçakları konusunda mahkemelerin etkinliği daha iyi anlaşılır. Asker kaçakları toplu olarak yargılanabildikleri gibi askerlik şubelerine telgrafla, ellerindeki kaçakların, eğer vukuatı (soygun, öldürme, tecavüz) yoksa kaçış sayısına göre, kaçış sayısının on katı değnek vurularak cepheye gönderilmeleri bildiriliyordu. Böylece savaş ortamının en önemli faktörü olan zaman yitirilmiyordu. Vukuatı olanlar ise suçuna göre yargılanıyorlardı. Amaç mümkün olan çok sayıda askeri cepheye göndermek ve bir daha kaçmasını engellemekti. Mahkemeler kendilerine verilen olağanüstü yetkilere rağmen, haklarında delil olmayan Rumları beraat ettirirken, suçlu olan Müslüman Türkler cezalandırılıyorlardı. Ulusal amaçla çalışan İstiklal Mahkemeleri daha öncekilerle aynı yöntemi izledikleri için baktıkları suçları ve verdikleri cezaları şu şekilde belirliyebiliriz. Firar dışında diğer suçlar:
* Vatana ihanet, ayaklanma
* Casusluk
* Soygunculuk
* Bozgunculuk, aleyhte propoganda
* Görevini kötüye kullanmak,
* Cinayet
* Halka eziyet ve baskı
* Asker ailesine tecavüz
* Tekalif-i Milliye Emirleri'ne uyamamak
* Düşman işgalinden yararlanıp, kanun dışı hareketlerde bulunmak
* Düşmana yardım ve işbirliği
* Düşman ordusuna katılmak
Bu suçlara suçun derecesine göre şu cezalar veriliyordu:
* Asılarak ve kurşuna dizilerek idam. (Vatana ihanet, casusluk, düşmanla igbirliği ve ordusuna katılmak, asker ailesine tecavüz etmek, soygun, cinayet)
* Kal'a-bend, kürek ve ağır hapis
* Sürgün
* Dayak (değnek vurarak)
* Tazmin ettirme
* Görevden azaklaştırma
* Halk ve asker önünde teşhir
* Ulusal Mücadele sonuna kadar göz altına alma
* Mal ve mülküne el koymak, yıkmak ve yakmak. (hukuk dışı bulundu ve sert tepkilere yol açtı.)
* Asker kaçağının yerine en yakınını askere almak, köy veya mahallesinden ağır para cezası (200 lira) almak. (buda hukuk dışı bulundu ve Meclis'te eleştirilere yol açtı.)
Üç yıllık dönem içinde İstiklal Mahkemeleri'nin çalışmaları sonucu verdikleri ceza dağılımının listesi:
Mahkemenin
Adı
Kur.Tar. Kal.Tar. Sanık Say. Ademi Mesuliyet
İdam Mücellen İdam Gıyaben İdam Kal'a-bent
ve Kürek Çeşitli Cezalar
Ankara 1.10.920 31.7.922 13.096 470 108 279 48 54 12.137
Eskişehir 5.10.920 19.2.921 13.489 1.237 57 594 20 272 11.270
Isparta 9.10.920 23.3.921 555 248 7 -
6 29 265
Diyarbakır - -
-
-
-
-
-
-
-
Konya 1.10.920 18.2.921 3.600 575 2 -
1 105 2.917
Pozantı - - -
7 -
-
-
-
31
Sivas 20.10.920 15.3.921 280 23 12 109 1 34 101
Kastamonu 10.1.920 17.2921 -
69 144 35 3 78 245
I.Dön. Top. - - 31.020 2.622 337 1.017 79 572 26.966
Kastamonu 8.921 31.7.922 9.016 648 5 -
3 69 7.477
Konya 8.921 31.7.922 14.071 2.420 395 485 -
369 4.841
Samsun 20.8.921 27.12.921 2.420 395 485
-
137 240 1.163
Yozgat 22.10.921 23.7.922 2.637 862 56 -
24 537 1.194
II.Dön.Top. - - 28.144 9.122 772 1.479 164 1.214 14.675
Amasya Belli değ. - -
-
-
-
-
-
-
Elcezire 12.3.922 11.5.922 -
-
5 131 -
-
37
Genel Top. - - 59.164 11.744 1.054 2.827 243 1.786 41.678
Mahkemeler, çalışmaları hakkında Başkomutan'a düzenli olarak rapor gönderip bilgi veriyorlardı. İdam uygulamalarının listeleri gönderiliyordu. Bu sayede Başkomutan ve Meclis İstiklal Mahkemeleri'nin çalışmalarını izliyorlardı. Meclis ve Başkomutan Mahkemeleri denetlemiyorlardı. Kanun kendilerine sınırsız yetki tanımıştı. Kararları derhal uygulandığı ve temyizi olmadığı için çok etkili oluyorlardı. Mahkemelerin çalışmalarına karışmak mümkün olmadığı için, denetim ancak görevlerine son vermekle sağlanıyordu.
İstiklal Mahkemeleri'nin çalışmaları Hükümet ve M.Kemal Paşa tarafından destekleniyor ve yarar görüldüğü belirtiliyordu. T.B.M.M. İstiklal Mahkemeleri'ni kurmak ve bölgelerini seçmek konusunda büyük bir isabet ve iyi niyet göstermişti. Mahkemelere seçmiş olduğu kimseler, her türlü etkinden uzak olarak, yalnız büyük ve aziz ideallerinin ve memlekette devrimin korunması için T.B.M.M.'nin kendilerine emanet ettiği yüksek yetki ve yargı hakkını yerinde ve gerektiği kadar dikkatle yerine getirmeye çalıştılar. Mahkemeler bu yetkileri kanunun üstüne çıkmak için değil, memleketin hayat ve bağımsızlığı için kullandılar. Birer devrim mahkemesi olan İstiklal Mahkemeleri'nin üyelerinin, çoğu genç insanlardı. Padişaha bağlılık gösterenleri de ağır şekilde cezalandırıyorlardı. Kastamonu İstiklal Mahkemesi (Başkan Mustafa Necati Bey 28 yaşında idi.) Bolu'da yaptığı bir yargılamada, 200 asker kaçağını yargıladı. Firariler Padişaha bağlılık gösterdikleri ve "Padişahımız çok yaşa."diye bağırdıkları için önce idam cezasına çarptırıldılar; fakat eşrafın suçluları uyarması ve T.B.M.M.'nin ve Ulusal Mücadele'nin anlamını kaçaklara anlatıp "Padişah kahrolsun." diye bağırmaları üzerine idam cezası kaldırılarak cepheye gönderildiler. Bunlar ve bunlar gibi insanlar Padişah askerliği kaldırdığı ve T.B.M.M.'nin ulusal amacı hakkında bilgileri olmadığı için kaçıyorlardı. İstiklal Mahkemeleri'nin, bir yandan cezalandırmak, diğer yandan inandırarak bu insanları kazanmak yöntemleri ile binlerce firari teslim oldu ve cepheye yollandı.
İstiklal Malıkemeleri'nin büyük yararları oldu. 1922 yılında artık Meclis otoritesi bütünüyle sağlandı. Ordu kuruldu ve asayiş, huzur geldiği için İstiklal Mahkemeleri'ne gerek kalmadığından, Temmuz 1922'de hepsinin görevlerine son verildi 31 Temmuz 1922 tarihinde 249 nolu "İstiklal Mehakimi Kanunu" ile yeni bir biçim aldılar. Bu kanunla bir de savcı görevlendirilmesi kabul edildi. Firariler Hakkında Kanun ve ekleri yururlükten kaldırıldı. Büyük Taarruz ve İzmir'in kurtuluşundan sonra "Kurtarılmış bölgelerde" İstiklal Mahkemeleri kurulmasını isteyen önergeler kabul edilmedi. Fakat Amasya ve Elcezire'ye birer İstiklal Mahkcmesi gönderildi. İstiklal Mahkemeleri'nin Ulusal Mücadele içindeki çalışmaları yukarıddadki çizelgede gösterilmiştir.
SAKARYA MEYDAN SAVAŞI
Türk Ordusu'nun işinin bittiğini, kaynaklarının tükendiğini zan eden Yunanlılar, Türk Ulusu'nun Başkomutanın emirkerine inançla uyacağını, kadın ve çocukların bileasilâh taşıyacaklarını düşünmemişlerdi. Yunanlılar Türk Ordusu'na son darbeyi indirmek ve yok etmek amacıyla 14 Ağustos'tan itibaren ileri harekta başladılar. 17 Ağustos'ta Türk Ordusu ile temasa geldiler. Bu Türk birliklerinin görevi Yunan Ordusu'nu oyalamak ve geciktirmekti. Bu sebeple bu birlikler yavaş yavaş geri çekildiler. Kazım Karabekir Paşa, Başkomutan'a yolladığı telgrafla yapılan İstiklal Savaşı için moral verdi. Türk Ordusu arkasını Karadeniz dağlarına dayadı ve cephesi doğudan batıya doğru uzanıyordu Ankara yolu açıktı. Durumu gören Halide Edip (Onbaşı) M. Kemal'e, düşmanın Ankara'ya gidecegini endişeyle söylemesi üzerine, M. Kemal Paşa, "İyi yolculuklar dilerim. Arkalarından vurarak onları Anadolu'nun boşluğunda mahvederim." yanıtını verdi. Yunanlılar durumu gördükleri için Ankara'ya yürümediler ve bütün güçleri ile 23 Ağustos'ta Türk Ordusu'nun sol kanadına yüklendiler. 24, 25 Ağustos günleri çok kanlı çatışmalar oldu. İsmet Paşa çekilmeyi önerdiyse de Fevzi Paşa, adım adım savunma ile düşmanın yıpratılacağını ve başarılı olunacağını belirterek kabul etmedi. 31 Ağustos'ta Yunan Ordusu'nun saldırısı başarılı biçimde gelişti. Türk Ordusu yer yer geri çekildi. Bu çekilişin ordu üzerinde moral çöküntü yaratmaması ve çekildikleri yerde yeniden cephe kurulmasını sağlamak için M. Kemal Paşa büyük tarihi bildirisini yayınladı:
"Hatt-ı müdafaa yoktur. Sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. (Savunma hattı yoktur. Savunma alanı yardır. O alan bütün yatandır.) Yurdun her karış toprağı, yurttaşın kanıyla ıslanmadıkça düşmana bırakılamaz. Onun için, küçük büyük her birlik ilk durabildiği noktada, yeniden düşmana karşı cephe kurup savaşı sürdürür. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler ona uymaz, bulunduğu mevzide sonuna dek dayanmaya ve direnmeye mecburdur." Türk Ordusu'nun silah ve cephanesi tükenmişti. Silah , cephane, Erzurum, Diyarbakır gibi uzak yerlerden deve kervanları ile geliyordu. Bu cephelerden gelen takviye kuvvetleri, uzun yürüyüşten sonra, aç, yorgun, uykusuz, bitkin, hasta bir vaziyette dinlenmeye vakit bulmadan savaşa katılıyorlardı. Asker birçok yerde cephanesi tükenmiş ve süngüsü olmadığı için tüfeğinin dipçiği ile döğüştü. Bu arada M. Kemal Paşa atından düşüp kaburgalarını kırdı.. Asker kaçağı sayısı 40.000'e çıkmıştı. Bütün bu olanaksızlıklara rağmen ordu direnişini yılmadan sürdürdü.
Fevzi Paşa, Başkomutan'a Yunan Ordusu'nun zor duruma düştüğünü müjdeledi. Yunanlılar 4-5 Eylül günleri yeniden taarruz ettiler, fatat büyük kayıplar verdiler ve taarruzları durduruldu. Bu tarihten itibaren taarruz güçlerini kaybederek savunma durumuna geçtiler. Türk Ordusu 8 ve 10 Eylül tarihlerinde iki taarruz yaptı. 12 Eylül'de Türk Ordusu'nun saldırısı karşısında Yunan Ordusu bozularak perişan bir durumda kaçmaya başladı.22 gün gece ve gündüz süren bu büyük meydan savaşını Türk Ordusu, bütün olanaksızlıklarına rağmen kazandı. 13 Eylül tarihinde T.B.M.M.'ne Türk zaferini bildiren M. Kemal Paşa aynı gün genel seferberlik ilan etti. Türk Ordusu'nun bu savaşı kazanmasında en küçük erinden, Başkomutanı'na kadar inançla, yılmadan savaşması, Türk Ulusu'nun varını yoğunu orduya vermesi, Türk Kadını'nın sırtında cepheye silah,cephane ve cephede yaralananları geriye taşımakla fedakarlık göstermesi etken oldu. Fevzi Paşa'nın ve İsmet Paşa'ların cephede, Refet Paşa'nın cephe gerisinde, ordunun gereksinimi olan malzemenin gönderilmesinde hizmetleri oldu. Subaylar ölümü hiçe sayarak, askerin ,yanında savaşa katıldılar. Yunanlılar "Büyük Yunanistan", Türkler ise "Vatan ülküsü" için döğüştüler.
1683'de Viyana önlerinde başlayan Türk bozgunu, Haçlı düşüncesini, ve gücünü Sakarya'da kırdı. Sakarya Savaşı'nın kazanılması ile büyük tehlike yenildi. Ankara'nın boşaltılıp, Kayseri'ye taşınmak için başlatılmış olan çalışmalar, bir çok ailenin yollaradüşmesi bu tehlikenin boyutlarınl göstermektedir. BaSkomutan M. Kemal, Paşa'nın iradesiyle kazanılan bu zaferden sonra, Meclis Fevzi ve İsmet Paşalar tarafından verilen önergeyi kabul ederek, kendisine l9 Eylül'de Gazilik Ünvanı ve Mareşallik rütbesi verdi. Erzurum'da geri iade ettiği Osmanlı rütbe ve ünvanının yerine şimdi Meclis, O'na hakkı olan ünvan ve rütbeyi veriyordu.
Türk Ordusu bu savaşta çok subay kaybetti. Yedi tanesi Tümen Komutanı olan şehit sayısı 3.288, yaralı 13.618, tutsak 415 idi. Yunan Ordusu, Türk Ordusu'nu yenemeyince kinini sivil halktan alıyordu. Yunan Ordusu'nun kaybı çok ağırdı, subay ve er 15.000 ölü verdiler. Yaralı sayısı 25.00O kadardı. Ordularının üçte birini yitirmişlerdi.
Yunan Kralı ve Başbakanı, ordularının moralini yükseltmeye çalıştılarsa da komutanları yenilgiyi çok iyi anlamışlardl. Yunan azminin, Türk azmi karşısında yenildiğini itiraf ettiler. Yunan Ordusu geri çekilirken, Türk Ordusu düşmanı izleyebilecek durumda değildi. Yeterince silah, ve yedek kuvvetlcri ve hızlı araçları yoktu. Yunan Ordusu saldırı başladığında 85.000 tüfek ve üstün top sayısına sahipti. Oysa Türk Ordusu'nun er sayısı, gelen yardımlarla 92.660'a ulaşmıştı. Ama tüfek sayısı ancak 47.342 idi. Ölen ve yaralanan askerin tüfeğini başkası alarak savaşıyordu· Sakarya Zaferi, ulusun ve ordunun sarsılmış olan moralini yükseltti.
Ulusun orduya inancı ve M. Kemal Paşa'ya güveni bir daha sarsılmayacak şekilde yerleşti. Bu tarihe kadar Padişah ve İstanbul Hükümeti'nin etkisiyle oluşan karşı çıkmalar ve asker kaçağı olayları durdu. Ulus, Ulusal Mücadele ile birleşti. Firari sayısı 40.000'den 3.000 dolaylarına düştü. Saldırı üstünlüğü Türk Ordusu'nda idi. Yunan Ordusu savunma durumuna girip, bunlunduğu cephede yığınak yapmaya başladı.
Batılı ülkelerin Yunan Ordusu'na güveni yıkıldı. Türk Ordusu'nun er geç kazanacağı anlaşıldı. İngiliz Dışişleri Bakanı, İngiltere ile Türkiye arasında barış yapılması gerektiğini söylerken, Yunan Başbakanı'na da aynı öneriyi yapıyordu. İngiliz Başbakanı Lloyrd George, Yunanistan'a para ve ekonomik yardım yapamıyacağını bildirdi. Avrupa'dan yardım istemeye giden Generis, eli boş dönünce, Küçük Asya'yı terk etmeleri gerektiğini, büyük devletlerin kendilerini bir maceraya attıklarının anlaşıldığını açıklıyordu. Fransa Türkiye ile anlaştı ve İtilaf Devletleri bloku parçalandı.
Uzun zamandır Rusya'da bulunan ve bir fırsat bularak Anadolu'ya girmek ve Meclis içindeki ve Trabzon'daki İttihatçıların destegi ile M. Kemal Paşa'nın yerine geçmek isteyen Enver Paşa, M. Kemal'in başarısı üzerine Buhara taraflarına gitti. Burada Kızılordu'ya karşı savaşırken öldü.
Kafkas Devletleri (Gürcistan, Ermenistan, Azerbeycan) Sovyetlerin teşvikiyle 13 Ekim 1921'de Türkiye ile Kars Antlaşması'nı imzaladılar. Daha sonra 2 Ocak 1922'de Ukrayna ile bir dostluk antlaşması imzalandı. Sovyet-Türk dostluğu kuvetlendi. Bu arada Londra'da başlayan, fakat uygulanmayan esir mübadelesi konusu gündeme geldi ve İngiltere ile Türkiye arasında 22 Ekim 1921'de İstanbul'da esirlerin değiş-tokuşu antlaşması imzalandı. Malta sürgünleri serbest bırakıldılar.
KÜTAHYA-ESKİŞEHİR SAVAŞLARI
İkinci İnönü Zaferi'nden bir süre sonra, Refet Paşa'nın, komutası altındaki birlikler üzerinde etkisinin azaldığını ve birliklerin kendisine karşı güvenlerinin sarsıldığının anlaşılması üzerine Fevzi Paşa ve İsmet Paşa Refet Paşa'nın karargahına gittiler. Mustafa Kemal Paşa da buraya geldi. Başkomutan bu cephenin birleştirilmesini belirtti. Güney Cephesi Batı Cephesi'ne bağlandı ve Komutanlığına İsmet Paşa getirildi. M. Kemal Paşa bundan sonra bir formül bularak bu işi çözmeye çalıştı. Buna göre, İsmet Paşa yalnızca Batı Cephesi Komutanı olacak, Genelkurmay Başkanlığı'nı bırakacaktı. Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanı olacak ve Milli Savunma Bakanlığı'nı bırakacaktı. Bu Bakanlığa da Refet Bey getirilecekti. Fakat Refet Bey Genellkurmay Başkanı olmayı istedi ve Bakan olmayı kabul etmedi.
Yunanlılar Birinci ve İkinci İnönü Savaşları'nda uğradıkları yenilgiden sonra kaybolan prestijlerini ve daha önce de gördüğümüZ, Türkler'i Sevr'i kabule zorlamak için daha güçlü bir saldırıya hazırlandılar. General Papulas II. İnönü Savaşı öncesi, saldırı için elindeki kuvvetin yeterli olmadığını bildirmişti. Bu savaşlar Yunanlılara, Türk Ordusu'nun, sandıkları kadar zayıf olmadığını, disiplinli ve dirençli olduğunu ve her geçen gün daha da kuvvetlendiğini göstermişti. Ayrıca uyguladıkları strateji de yanlıştı. Yunan Genelkurmayı yeni bir strateji hazırladı. Yunan Kralı seferberlik ilan etti ve Yunanistan bütün kaynaklarını, varını yoğunu ortaya koyarak iki ay süreyle yeni saldırıya hazırlandı. Yeni saldırı planına göre Yunan ordusu, Uşak ve Bursa gruplarınu, kuşatıcı bir ilerleyişle, meydan savaşı sahasında birleştirecek ve Türk Ordusu iki ateş arasına alınıp, yok edilecekti. İnönü Savaşlarında denedikleri cepheden taarruzdan vaz geçtiler. Bu yeni plânla ve seferberlik sonucu elde edilen kuvvetlerle Türk Ordusu'nu yok edeceklerine kesinlikle inanıyorlardı. Bu amaçla daha Haziran başından itibaren önlemler almaya başaladılar. Bir Yunan savaş gemisi 9 Haziran'da, Türk Ordusu'un önemli bir ikmal limanı olan İnebolu'yu topa tuttu. Diğer yandan Yunan Kralı Konstantine, yanında prensler ve danışmanlarıyla Atina'dan hareket ederek, "Yunanlılık fikrinin yenilmez kuvvetine." güvenerek 13 Haziran'da İzmir'e geldi. İzmir'de "Bizans'a ve Ankara'ya." tezahüratıyla karşılandı. Bu arada İtilaf Devletleri arabuluculuk yaparak, İzmir'in Türklere verilmesini önerdiler. Fakat Yunanistan, kabul edilmiş bulunan Sevr'i savunacağını belirterek öneriyi red etti. Genel seferberlik sonucu Yunanlıların kuvveti Anadolu'da 11 tümene ulaştı. Genel seferberlik sonucu bu büyük kuvvetle Türkleri yok edeceklerine kesinlikle inanıyorlardı. Kral bu inançla 7 Temmuz'da cepheye hareket etti.
Yunanistan bu hazırlıkları yaparken Türkiye seferberlik ilan edemedi. Kısıtlı kaynakları dolayısıyla ordunun silah, cephane, giyecek, yiyecek, ilaç, taşıt gereksinimlerini karşılayamıyordu. Almanya ve İtalya'dan silah alınması için girişimde bulunuldu, fakat parasızlık yüzünden işler gecikiyordu. Amerikalılar ise silah satmaya yanaşmıyorlardı. Türk Ordusu dört grup halinde toplanmıştı.
Yunan Ordusu'nu gücü, son duruma göre, 10 piyade tümeni, bir bağımsız tümen bir bağımsız süvari tugayı, 7 bağımsız piyade alayı ve lojistik ve muharip kuvvetlerden oluşuyordu. Bu kuvvet 136.142 insan, 66.300 tüfek, 825 makinalı, 460 top ve 3.100 süvari idi. Ayrıca deniz kuvvetleri ve hava kuvvetleri de oldukca iyi durumda idi.
Türk Ordusu'nun insan mevcudu 120.000 kadardı. 60.103 tüfek, 423 ağır makinalı tüfek, 162 top, 4 uçak vardı. Nakliye işleri kağnı arabasıyla yapılıyordu. İkinci İnönü Savaşı'nda elde edilen silah ve cephane de Türk Ordusu tarafından kullanılıyordu. Orduyu Sevk ve idare yetkisi Genelkurmay Başkanlığı'na verilmiş idi. Meclis Başkanı M. Kemal ise, bütün silahlı kuvvetlerin başı idi.
Yunan saldırısı 10 Temmuz 1921 tarihinde başladı. Türk Ordusu'nun sol kanadına yapılan bu saldırıları başarıyla genişledi. Afyon (13 Temmuz), Kütahya (17 Temmuz), Eskişehir (19 Temmuz) Yunanlıların eline geçti. Yunan Ordusu'na 2l Temmuz'da yapılan Türk karşı saldırısı ise başarısızlıkla sonuçlandı M. Kemal ordunun daha iyi şartlarda döğüşmesi için, İsmet Paşa'ya "Sakarya'nın doğusuna çekilebilineceği" tavsiyesinde bulundu. Savaş Türk Ordusu'nun aleyhine gelişiyordu. Ordunu yeniden düzenlenmesi için on günlük bir zamana gereksinim vardı. Batı Cephesi Komutanlığı Yunan Ordusu'nun silah, cephane, ateş gücü bakımından ve insanca üstün olduğunu belirterek Genelkurmay Başkanlığı'na, ordunun Sakarya'nın batısına çekilmesi gerektiğini bildirdi. 17 Temmuz'da cepheye gelen Mustafa Kemal Paşa'nın direktifine uyularak, Türk Ordusu daha fazla yıpranmadan Sakarya'nın batısına çekilmeye başladı. Böylece M. Kemal'in, ordunun yeniden düzenlenmesi için on günden fazla bir zaman kazanması ve büyük toprak kayıplarına rağmen Yunan Ordusu ile aranın açılması ve Yunanlıların bu açığı kapamak için düzenlerinin bozulmasını hazırlayan düşüncesi gerçekleşti. Böylece Eskişehir-Kütahya Savaşları 15 Temmuz'da Yunan başarısıyla sonuçlandı. Fakat 14 Ağustos'ta Yunanlıların Sakarya'dan yeniden saldırıya geçtiği tarihe kadar Türk Ordusu zaman kazanmış oluyordu.
Yunanlılar Türk Ordusu'nun işinin bittiğini, geriye kalan enkazının tamamen yok edilmesinin uzun sürmeyeceğini zan ediyorlardı. Yunan Kralı gerçek durumu ancak 29 Temmuz'da Kütahya'da yapılan toplantıda öğrendi. General Populos "Türkler yok edilmemiştir, yalnız kayıpları çoktur. Amacın elde edilmesi için Ankara ve Kızılırmak'a kadar ilerlemek lazımdır. Türkler Eskişehir'den çekildikten sonra barış istemediler." diyerek gerçeği anlattı. Bir çok Yunan generali Türk Ordusu'nun bozularak kaçtığını düşünürlerken Prens Andreas, Türklerin düzenli bir şekilde çekildiklerini belirtiyordu.
Türk Ordusu'nun yenilgisi ve geri çekilmesi çok pahalıya mal oldu. Yunan Ordusu yine Türk köylesini yakarak, halkı süngüleyerek, kadınlara tecavüz ederek, yaralı Türk askerlerinin karınlarını deşerek, sağlamlarını ise birbirlerine bağlayıp, yakarak, halkın elindeki yiyecek ve her şeyini alıp açlığa ve sefalete mahkum ederek ilerledi. Türk Ulusu'nu yıldıracağını sandığı bu şiddet, tam tersine Türk Ulusu'nun kin ve nefretle dolmasını hazırladı.
Bu yenilgi ve geri çekilme ile büyük arazi parçasının düşmana kaybedilmesi ve Yunan Ordusu'nun burada yaptığı katliam halk ve ordu üzerinde büyük moral çöküntü yarattı. Seferberlik ve ikmal bakımından verimli topraklar elinden çıkmış oldu. Orduda asker kaçagı olayları artmaya haşladı. Ordunun savaş gücü azaldı. Artık savaşlar topyekün savaşa dönüşmüştü. Türk Ulusu ölüm kalım savaşı vermekteydi.
Fakat tarihe Fevzi Paşa 'nın 22 Temmmuz 1921'de "İlerleyen Yunan Ordusu mezarına yaklaşıyor." demesi bile Meclisteki heyecanı engelleyemedi. Ordunun başarılı bir savaş verdiği günlerde, Meclis'teki hava nasıl yumuşuyor, hoşgörü ve cömertlik artıyorsa, yenilgi karşısında ise sert eleştiriler, suçlamalar, komutanlar aleyhinde suçlamalar başlıyordu. Bu yenilgi İstiklal Savaşı'nın en kritik anlarından birinin yaşanmasına yol açtı. M. Kemal'in 24 Temmuz'da gizli oturumda Meclis kürsüsünden Ankara'nın gerekirse boşaltılacağından söz etmesi büyük heyecan yarattı.M. Kemal Paşa'ya karşı olanlar "Ordu nereye gidiyor, ulus nereye götürülüyor? Bu hareketin elbette bir sorumlusu vardır; o nerededir? Onu göremiyoruz. Bugünkü acı ve feci durumun gerkek sorumlusunu ordunun başında görmek isterdik." diyorlardı. Fevzi Paşa Genelkurmay Başkanı olarak tek sorumlunun kendisi ve hesap vermeye hazır olduğunu söylemesine rağmen Meclis'te ki heyecan yatışmadı.
BİRİNCİ İNÖNÜ SAVAŞI
Büyük Yunanistan'ı gerçekleştirmek amacıyla, İtilaf Devleteri'nin desteğinde İzmir ve çevresini işgal etmiş bulunan Yunan Ordusu, Uşak'ı aldıktan sonra ilerlemesini durdurmuş, Gediz Saladırısı'ndan sonra buraları da ele geçirmişti.
Bu sırada Yunanistan'da iktidar değişmişti. Kral Aleksandr bir maymun tarafından ısırılmış ve 1920 Ekim sonunda ölmüşlü. Venizelos seçime gitmiş, fakat 14 Kasım 1920'de seçimleri kralcılar kazanmıştı. Tahtından resmen feragat etmemiş ve sürgünde bulunan Kral Constantin Türk-Yunan Savaşı'nı devam ettirdiği takdirde İngiliz desteğini sağlayabileceğini bilerek 19 Aralık'ta Atina'ya geldi. Yunan halkı savaştan bıkmış ve Venizelos'un seçimi kaybetmesinde bunun da etkisi olmasına rağmen, Kral da "Megalo İdea" cılardan olduğu ve İngilizleri memnun etmek için Anadolu Savaşı'na devam etmeye karar verdi. Yunan Ordusu Komutanı Papulos da yeni Hükümete, Türk Ordusu henüz kuruluş aşamasında iken, yeterince kuvvetlenmeden bir keşif saldırısı yapılmasını teklif etti. Ethem'in ayaklanmasını yakından izleyen Yunanlılar bu fırsatı kaçırmak istemediler. Türk milislerinin en kuvvetlisi Ethem ayaklanmış ve Türkler birbirleriyle savaşa başlamışlardı. Yunan Ordusu önce Uşak Cephesi'nde şaşırtıcı hareketlerde bulunduktan sonra 6 Ocak 1921 tarihinde, Eskişehir'i işgal etmek ve demiryolunun geçtiği bu yerleri kontrol altına almak amacıyla İnönü mevkiinde taarruza başladı.
Silah, cephane, malzeme ve araç bakımından çok üstün bulunan Yunanlıların 20.000 tüfek, 150 ağır makinalı tüfek, 50 top ve 200 süvarilerine karşılık Türk Ordusu'nun 6.000 tufek, 50 makinalı tüfek, 28 top, 300 süvarisi vardı. Ethem kuvvetleri ayaklandıkları için Türk Ordusu onunlada savaşıyordu. Bu sebeple Türk Ordusu Yunanlıları oyalayarak ve yer yer ağır kayıplar verdirerek kademe kademe çekilme taktiği uyguladı. Yunanlılar Türk Ordusu'na ancak 9 Ocak'ta yetişebildiler. Yaklaşık üç kat üstün olan Yunan Ordusu genel saldırıya geçti. Türk Ordusu'nda yer yer çözülmeler oldu. Yıpranan ve kayıplar veren Yunanlılar takviye kuvvetler alarak, saldırılarını sürdürdüler. Türk Ordusu'nun geri çekilmesi gerekiyordu. Ankara'dan gelen emirde, eğer Eskişehir'i korumak olanaksız ise, ordunun Eskişehir'in doğusuna çekilebileceği bildiriliyordu. Fakat Cephe Komutanı İsmet Paşa çekilmeye gerek görmeyerek 10 Ocak gecesi Eskişehir'in batısında savaşı kabul etti. Türk Ordusu'nun her kıtasına, bu cephede, "Her subay ve erin kudretinin çok üstünde çaba harcaması, ölümü hiçe sayarak her karış toprağı savunması ve Türk komutasının azim ve kararı karşısında düşmanın azim ve kararının kırılması." emri verilmişti. Fakat Yunan Ordusu saldırıya devam etmeyerek geri çekildi. Türk Ordusu Yunan Ordusu'nu izleyecek güçte değildi. Bu yüzden takip harekatı yapılamadı. Batı cephesinde kurulan düzenli ordu, ilk sınavını büyük başarıyla sonuçlandırdı. T.B.M.M.'nin Orduları Yunanlıları ve Ethem'i yenerek büyük umut verdi. Yunanlılar ilk kez düzenli orduyla karşılaştılar ve ilk yenilgiyi aldılar. Bu başarı ile T.B.M.M.'nin otoritesi büyük güç kazandı. Kanun hakimiyeti ve asayiş sağlandı. İstiklal Mahkemeleri'ne ihtiyaç kalmadığı düşünülmeye başlandı. Halkın Ulusal Ordu'ya güveni arttı. Milis kuvvetler sorunu kapandı. M. Kemal Paşa, Cephe Komutanı'nı Meclis adına, bu başarıdan dolayı kutladı. ismet Bey başarısından dolayı Mirliva'lığa yükseldi.
Türk Ordusu'nu mutlaka yeneceğine inanan Papulas, keşif harekatı yaptıklarını ve Türk Ordusu'nun gücünü öğrendiklerini söyleyerek yenilgiyi gizlemeye çalıştı. Öysa tarafların kayıpları kıyaslandığında bunun keşif harekatı olmadığı anlaşılır. Eskişehir'i ve demiryolunu ele geçirmek amacıyla başlamış olan bu Yunan ilerleyişi başarısızlıkla sonuçiandı. Bu yenilgi Yunan Ordusu'nda moral çöküntü yarattı.
Bu savaşın dışta da büyük yankıları oldu. Avrupa basını olaya geniş yer verdi. Türk başarısının önemini ve Yunanlılar'ın Küçük Asya seferinin hayal kırıklığı yarattığını belirtti. Sovyetler Birliği bundan sonra T.B.M.M. ve onun ordularının gerçegini kabul etti.
Londra Konferansı
Birinci İnönü Savaşı'nın kazanılması T.B.M.M. gerçeğini İngilizlere de kabul ettirdi. İngilizler işgal ettikleri Musul-Kerkük yöresinde de yerli halkın direnişiyle karşılaştılar. Revandiz'de çıkan ayaklanma üzerine İngilizler burayı terk ettiler. Bu durum karşısında İtilaf Devletleri İstanbul, Ankara ve Atina'dan gönderilecek delegelerin katılmasıyla 21 Şubat 1921'de Londra'da bir konferans toplanmasına karar verdiler. 26 Ocak'da Sadrazam Tevfik Paşa'ya durumu bildirdiler. Tevfik Paşa 27 Ocak'ta M. Kemal'e durumu bildirdi. M. Kemal Paşa verdiği yanıtta, Türkiye'in tek temsilcisi olarak T.B.M.M.'nin bulunduğunu ve İstanbul'un, Türk Ulusu adına karar verecek yerin B.M.M olduğunu kabul etmesi ve eğer İtilaf Devletleri hak ve adalet kurallarına göre bir çözüm arıyorlarya T.B.M.M.'ni doğrudan çağırmaları gerektiğini bildirdi. Sadrazama yolladığı özel mektupta ise Padişah'ın T.B.M.M.'ni resmen tanıdığını ilan etmesini ve İstanbul'un Ankara'ya katılmasını istedi. Fakat Tevfik Paşa, İstanbul Hükümeti'nin devamının gerekli olduğunu ve işbirliği yapılmasını önerdi.
Yazışmalar bir sonuç vermemekle beraber, Tevfik Paşa, M. Kemal'e karşı yakınlık duymaya başladı. Yunanlılar'ın 21 Şubat 1921'de 70-80 bin kişilik bir kuvvetle saldırıya geçeceğinin haber alındığını M. Kemal'e bildirdi. Ayrıca M. Kemal Paşa hakkında daha önce alınmış ölüm kararı kaldırıldı ve milliyetçiler için kullanılması yasaklanmış olan Bey ve Paşa gibi ünvanların yeniden kullanılması serbest bırakıldı.
M. Kemal Paşa, İtilaf Devletleri Türkiye'yi doğrudan çağırmadıkları takdirde konferansa katılmamak kararında idi. M. Kemal'in kararlı tutumu karşışsında İtilaf Devletleri, İtalya aracılığıyla T.B.M.M.'ni de konferansa çağırdılar. Bekir Sami Bey Başkanlığındaki Türk heyeti Antalya üzerinden bir İtalyan gemisiyle Brendizi'ye ve oradan da Roma'ya vardı. Heyet, Türkiye sorununda tek yetkili yerin T.B.M.M. olduğunu ve doğrudan çağırılmaları gerektiğini bildiren bir nota verdi. Bunun üzerine Lloyd George, Ankara'yı konferansa çağırdı. Türk delegeleri konferansa ancak 27 Subat'ta katıldılar. Ve Londra Konferansı 12 Mart 1921'de son buldu. T.B.M.M. delegesi Sevr diye birşeyi tanımadığını, dolayısıyla İtilaf Devletleri'nin Sevr'in yumuşatılması önerilerini kabul etmeyeceklerini belirtip, Misak-ı Milli esasları üzerinde görüşülebileceğini bildirdi. Fakat İtilaf Devletleri Türk gerçeğini bir türlü kabul etmek istemediler. Sevr'in yumuşatılması konusunda öneri getirdiler. Buna göre İzmir İli güya Turkiye'ye verilecek, fakat şehirde Yunan kuvveti bulunacak asayiş müttefik subaylarca sağlanacak, vali hristiyan olacak ve Milletler Cemiyeti tarafından atanacaktı. Türkiye bu önerileri ulusal bağımsızlık ilkesine aykırı olduğu için kabul etmedi.
Londra Konferansı'na katılmayı kabul eden M. Kemal, Misak-ı Milli'nin İtilaf Devletleri'nce kabul edilmeyeceğini biliyordu. Fakat katılmakla, Türk Ulusu'nun sesini ve haklı davasını bütün dünyaya duyurmak fırsatı doğdu. İtilaf Devletleri T.B.M.M.'nin varlığını kabul ettiler. Türkler barış istemiyorlar propogandalarına fırsat verilmedi. Wilson'ın 14 maddesi ilkesine uygun olarak hazırlanmış bulunan Misak-ı Mili'nin Batılı devletlere ve batı kamuoyuna duyurulması saglandı.
Londra Konferansı'ndan bir sonuç çıkmadı. Zaten Yunanlılar 23 Mart 1921'den itibaren Batı Anadolu'da yeni saldırı hazırlıklarına başlamışlardı. Yunanlılar Türk Orduları'nı yok etmeye güçlerinin yeteceğini göstermek ve Türkleri Sevr'i kabule zorlamak için saldırı kararı aldılar. Kralın, M. Kemal'in daha fazla dayanamıyacağı, geniş bir orduyu besleyip, donatamıyacağı iddialarını kabul eden Lloyd George Yunan saldırısını uygun buldu. Oysa Fransız ve italyan askeri gözlemcileri Yunan görüşünü paylaşmıyorlardı. Fakat yine de İngiliz Başbakanı'nı desteklediler. Turk delegeleri daha yolda iken Yunan saldırısı başladı.
Bekir Sami Bey Londra Konferansı sürerken, İngiliz, Fransız, İtalyan temsilcileri ile ayrı ayrı görüşülerek antlaşmalar imzaladı (11-12 Mart 1921). İngilizlerle esirlerin değiştirilmesi üzerine antlaşma yapıldı. Buna ,göre Türkler, ellerinde bulunan İngilizleri serbest bırakacak, buna karşılık İngilizler Ermenilere ve İngiliz esirlerine zulüm ve suistimal etmemiş olan Türk esirlerini iade edeceklerdi. Fransa ile yapılan antlaşma gereğince güney cephesinde çatışmaya son verilecek, bu bölgedeki Türk kuvvetleri silahtan arındırılacak, buna karşılık bu bölgede Fransızlara bazı idari yetkiler tanınacak, Diyarbakır ve Sivas şehirlerinin iktisadi kalkınması için Fransız sermayesinden yararlanıp Fransızlara bu yöredeki iktisadi ayrıcalıklar verilecekti. Buna karşılık Sevr'de belirtilen sınırlar üzerinde Türkiye lehine bazı değişiklikler yapılacaktı. İtalya ile yapılan antlaşma ile de İtalya, İzmir ve Trakya'nın Türkiye'ye geri verilmesini Konferans'ta savunacaktı. Buna karşılık İtalya'ya İzmir dışında, batı ve güney Anadolu şehirlerinde iktisadi ayrılacıklar verilecekti.
Bekir Sami Bey bu antlaşmaları T.B.M.M. Hükümeti'nin onayını almadan imzalamıştı. Türkiye'nin çıkarlarına ters düşen ve ulusal bağımsızlığa aykırı olan bu antlaşmaları imza ettiği için Bekir Sami Bey, M. Kemal ve Meclis tarafından sert şekilde eleştirildi. Antlaşmalar Meclis tarafından onaylanmadı. Bekir Sami Bey ise barış fırsatının kaçırıldığı görüşünde idi. Londra'dan döndükten sonra, M. Kemal kendisinin Dışişleri Bakanlığı'ndan çekilmesini istedi. Yerine, o sırada Moskova'da bulunan ve Moskova Antlaşması'nı imzalayan Yusuf Kemal Bey geçti.
İKİNCİ İNÖNÜ SAVAŞI
Birinci İnönü Savaşın'da yenilen Yunanistan, kurulmakta olan Türk ordusunun gücünü görmüştü. Bu savaş Türklere moral ve prestij sağlamıştı· Bu bakımdan, Türk Ordusu'nun yeterince kuvvetlenmesine fırsat vermek istemeyen Yunanistan, Londra Konferansı'nın sonucunu beklemeden, yeni bir saldırıyaa hazırlandı. Kral hem prestijini kurtarmayı, hem de Türk Ordusu'nu yok ederek, Türkleri Sevr'i kabule mecbur edebileceğini umuyordu. İzmir'e yeni kuvvetler çıkartıp, Trakya'daki kuvvetlerinin de bir kısmını Anadolu'ya taşıyan Yunanlılar Lloyd George'dan da politik destek aldıkları için durumu kendileri için çok elverişli görüyorlardı. Hatta Albay Sarıyanis, Samsun ve Trabzon'a da asker çıkartılarak Türk Ordusu'nun iki ateş arasına alınmasını önerdi. Fakat bir milyar drahimiye ihtiyaç duyulan bu hayalden, "Bu kadar para İngilte de bile yoktur." düşüncesiyle vaz geçildi. Yunanlılar lehine olan bir önemli durum, Türkiye'nin henüz iç güvenliğini sağlayamamış olması idi. Bir yandan 20-25.000 kişilik Pontus çeteleri, diğer yandan Koçkiri Aşireti'nin ayaklanması cephe gerisini tehdit ediyordu. Asker kaçakları olayları da yeniden çoğalmıştı. Salgın hastalıklar, yiyecek ve ilaç yokluğu Türk Ordusu'nu kırıyordu. Yalnızca soğuktan olan hastalıklardan 9.000'den çok asker bu kış içinde ölmüştü. Askerin sırtına giydirecek, sıcak tutacak elbise bulunamadığı için halk, evlerindeki kilimleri basit bir şekilde dikip orduya veriyordu. Bütün bu yokluklara rağmen Türk Ordusu inançla ve yılmadan hazırlanıyordu. Lloyd George, Yunanlıları uyarmak için, "Alınan önlemleri yeterli görüyorum, hiçbir şeyin talihe ve tesadüfe bırakılmaması gerekir. Çünkü yapılacak tararruz başarısızlığa uğrarsa bundan sonra Türklerle uyuşulamaz." diyordu.
Yunanlılar 23 Mart'ta Bursa, Uşak, Eskişehir ve Afyon'dan üstün kuvvetlerle taarruza geçtiler.
Tarafların kuvveti şöyleydi:
Tüfek Ağır Mk.Tf. Hafif Mk.Tf. Kılıç Top
Türkler 34.175 235 55 3.500 104
Yunanlılar 41.550 720 3.134 3.100 220
Buna göre Yunan ordusu yararına 7.375 tüfek, 485 ağır makinalı tüfek,3079 hafif makinalı tüfek, 116 top fazlalık vardı. Türk Ordusu yalnızca 400 kılıç fazlalığına sahipti. Yunan Ordusu'nun ateş gücü açıkça görünüyordu.
Yunanlılar 24 Mart'ta Bilecik'i, 25 Mart'ta Pazarcık yöresini işgal edip İnönü mevzilerini sıkıştırmaya başladılar. 30 Mart'a kadar süren, zaman zaman süngü savaşı halini alan savaşlar sonucu önemli stratjik bir yer olan Metris Tepe Yunanlıların eline geçti. Yunanlılar Güney Cephesi'nde de Refet Bey komutasındaki birliklere saldırmışlar ve Afyon'u işgal ederek ilerlemişlerdi. Oysa Refet Bey yenilgi durumunda olduğunu görmemiş, İsmet Bey'e yardım için Ankara'ya başvurmuştu. Bu sıkışık durumda, B.M.M Muhafız Taburu (900 tüfek, 4 makinalı tüfek) cepheye gönderildi. Bu kuvvetin gelmesiyle, güçlenen Türk ordusu 31 Mart 1921'de karşı saldırıya başladı. Türk ordusunun erleri ve subayları insanüstü fedakarlıklar göstererek, komutanlar ön hatlarda çarpışarak, Yunan Ordusu'na büyük kayıplar verdirdi, Bu sırada Ankara, savaşın sorumlusu İngilte're'ye sert bir nota verdi. Fakat daha İngiltere'nin yanıtı gelmeden, Yunan ordusu 1 Nisan tarihinde yenilgiyi kabul ederek çekilmeye başladı. Türk süvarileri Yunan Ordusu'nu takip etti. Refet Bey'in emrindeki süvariler düşman çekişilişine ağır kayıplar verdirtti. Fakat Türk Ordusu'nun iki katı kuvveti olan Yunan Ordusu yeterince ezilip yok edilemedi. Savaşın geçtiği bir çok Türk şehir ve kasabası tamamen tahrip oldu. Yakılıp yıkıldı.
İsmet Paşa, 1 Nisan tarihinde Metris Tepe'den Ankara'ya telgrafla Yunan Ordusu'nun yenilgisini bildirdi. M. Kemal Paşa İsmet Paşa'ya aynı gün verdiği yanıtta:
"Bütün dünya tarihinde, sizin İnönü Meydan Savaşları'nda yüklendiğiniz görev kadar ağır bir görev yüklenmiş komutanlar pek azdır. Ulusumuzun bağımsızlığı ve varlığı, çok üstün yönetiminiz altında şerefle görevlerini yapan komutan ve silah arkadaşlarımızın duyarlılığına ve yurtseverliğine büyük güvenle dayanıyoruz. Siz orada yalnız düşmanı değil, ulusun ters alın yazısını da yendiniz..." diyordu. İnönü Zaferi, 8 Nisan'da kazanılan Aslıhanlar Zaferi ile tamamlandı. Afyon yönünde ilerleyen Yunan ordusu, İnönü'deki kuvvetlerinin yenilip çekilmesi üzerine Afyon'u boşaltıp çekildiler. Yolda Aslıhanlar'da ağır bir yenilgiye daha uğradılar. Fakat Uşak'ta takviye aldıkları için Türk Ordusu ileri harekatını durdurdu.
İkinci İnönü Zaferi içte ve dışta büyük etki yaptı. Türk halkının orduya güveni iyice arttı. İstanbul'da mitingler yapıldı. Kızılay'a para yardımları yapıldı. Padişah bile para verdi. Veliahd Abdülmecit Efendi'nin oğlu Anadolu Savaşı'na katılmak için İnebolu'ya geldi. Fakat isteği Ankara tarafından red edildi.
Dışta ise Yunanlılar ve İngilizler Türk Ordusu'nun gücünü kabul ettiler. Bu kadar kısa zamanda Türklerin bu derece güçlü bir ordu kurmasını mucize olarak nitelendirdiler. Alman ve Bulgar basını bu başarıya geniş yer vererek kendi halklarının moralini yükseltmeye çalıştılar. Fransız basını "Eskişehir Savaşı" adını verdiği bu savaşa geniş yer verdi. Turk başarısını övdü. Hatta bazı gazeteler, "Tek bir çözüm var: Samimiyetle Türklerin bağımsızlığını tanımak, İzmir'i Edirne'yi vermek..." diye yazarak büyük gerçeği dile getiriyordu.
Türklerin bu savaşta 1.493 şehit, 2.740 yaralı ve 76 esir kayıplarına karşılık, Yunan Ordusu'nun kaybı 15.000'den çoktu. Bunların 6.000'i İnönü'de, 5.000'i Gündüzbey'de, 5.000'i de İnegöl-Pazarcık arasında öldürüldü. Ayrıca yüz kadar ağır, 200 hafif makinalı tüfek ve önemli sayıda cephane, 10 otomobil, 2 uçak kaybettiler. Fakat düşman geri çekilirken, sivil halktan çok kimseyi öldürdü, köy ve kasabaları intikam için yaktı. Ankara, bu durumu tesbit etmek için bir "Tahkikat Heyeti" gönderdi. Dış basından gözlemciler çağrıldı. Fakat bütün bunlar Yunan katliamını engellemedi. Hatta, Rum çeteleri ve Ermeni çeteleri, Abhazlar çok kanlı, dehşet verici kıyım yaptılar. Batı ve Doğu Trakya'da da Türklere karsı büyük baskı yapıldı. Türklere karşı Trakya'da katliam girişimleri İtilaf Devletleri'nin (İtalya ve Fransa) araya girmesiyle engellendi.
Fransa, TÜrkiye'nin başarısı karşısında gerçekleri görerek Türkiye ile anlaşma zemini aradı. Başlayan Türk-Fransız görüşmeleri Ankara'da dostluk havasına büründü. Fakat Yunan Ordus yeni bir saldırıya başladığı için Fransızlar görüşmeleri askıya aldılar ve saldırının sonucunu beklediler. Sakarya Savaşı sonrası anlaşma sağlanacaktır.
______________