Forum'da ara:
Ara


Yazar Mesaj
Mesaj04.08.2008, 07:04 (UTC)    
Mesaj konusu:

Hz. MUHAMMED MUSTAFA (S.A.V)
Hz.Ebubekir (R.A)
Hz. Selman-ı Farisi (R.A.)
Kasım Bin Muhammed Bin Ebubekir (R.A)
Ebu Abdullah Ca'feri Sadık (R.A)
Beyazıd-i Bistami (K.S)
Ali Harkani (K.S)
FADL-ÜL FARMİDİ (K.S)
Yusuf Hemedani (KS)
Abdulhalik Gücdevani (K.S)
[/quote]



ilk 9 evet ama 10. yanlış (10. Ebul Abbas (Hızır A.S.)olucak)
______________
http://www.oyyyyy.tr.gg



Mesaj04.08.2008, 07:10 (UTC)    
Mesaj konusu:

dogrudur
______________
Mesaj04.08.2008, 07:14 (UTC)    
Mesaj konusu:

namazvebiz yazmış:
dogrudur


genede ALLAH razı olsun cevabın için Smile
______________
http://www.oyyyyy.tr.gg



Mesaj04.08.2008, 07:54 (UTC)    
Mesaj konusu:

oyyyyy yazmış:
namazvebiz yazmış:
dogrudur


genede ALLAH razı olsun cevabın için Smile


Cümlemizden İnşallah
______________
Mesaj04.08.2008, 23:22 (UTC)    
Mesaj konusu:

MUTLULUK YOLU İSLAM

Yaratıklar arasında en saçkin yere sahip olan, akıl, fikir gibi üstün yeteneklerle donatılan insanın ortak özelliklerinden birisi de mutlu olma arzusudur. Her insan bu arzusuna ulaşmak maksadıyla çalışır, bugünden çok yarınını düşünür ve bunun için hazırlık yapar.

İnsan beden ve ruhun birleşmesinden meydana gelen bir varlıktır. Bu sebeple İslam Dini, insanın hem maddi, hem de manevi ihtiyaçlarını dikkate almış, ferdin mutluluğu için gerekli prensipleri getirdiği gibi, toplumun huzur ve mutluluğu için de bir takım kurallar koymuş, fertlerin karşılıklı hak ve görevlerini belirlemiştir.

İslam, son ve en mükemmel dindir. Onu insanlığa tebliğ eden Hz. Muhammed (A.S.), peygamberlerin sonuncusudur. İslam dini'nin temel kitabı Kur'an-ı Kerim, Yüce Allah (c.c.)'ın Hz. Muhammed (A.S.) vasıtasıyla insanlığa gönderdiği son mesajıdır.

(ALINTI)
______________
Mesaj05.08.2008, 04:42 (UTC)    
Mesaj konusu:

Ders Alinacak Hikaye....

Bir gün sormuslar ermislerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yasayanlar arasinda ne fark vardir?" diye..."Bakin göstereyim" demis, ermis. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememis olanlari çagirarak onlara bir sofra hazirlamis. Hepsi oturmuslar yerlerine.Derken tabaklar içinde sicak çorbalar ve arkasindanda ´dervis kasiklari´ denilen bir metre boyunda kasiklar gelmis.Ermis "bu kasiklarin ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de sart koymus. Peki demisler ve içmeye tesebbüs etmisler. Fakat o da ne? Kasiklar uzun geldiginden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar agizlarina.En sonunda bakmislar beceremiyorlar, öylece aç kalkmislar sofradan.Bunun üzerine simdi demis ermis, sevgiyi gerçekten bilenleri çagiralim yemege. Yüzleri aydinlik, gözleri sevgi ile gülümseyen isikli insanlar gelmis oturmus sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kasigini çorbaya daldirip, sonra karsisindaki kardesine uzatarak içirmis. Böylece her biri digerini doyurmus ve sükrederek kalkmislar sofradan. iste demis ermis; "Kim ki hakikat sofrasinda yalniz kendini görür ve doymayi düsünürse,o aç kalacaktir; ve kim kardesini düsünür de doyurursa o da kardesi tarafindan doyurulacaktir süphesiz. sunuda unutmayin, gerçek pazarinda alan degil, veren kazançtadir daima.."( sirf almayi degil de vermeyi dü$ünenlerden olalim IN$ALLAH...
Mesaj06.08.2008, 22:16 (UTC)    
Mesaj konusu:

sari-alan yazmış:
Ders Alinacak Hikaye....

Bir gün sormuslar ermislerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yasayanlar arasinda ne fark vardir?" diye..."Bakin göstereyim" demis, ermis. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememis olanlari çagirarak onlara bir sofra hazirlamis. Hepsi oturmuslar yerlerine.Derken tabaklar içinde sicak çorbalar ve arkasindanda ´dervis kasiklari´ denilen bir metre boyunda kasiklar gelmis.Ermis "bu kasiklarin ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de sart koymus. Peki demisler ve içmeye tesebbüs etmisler. Fakat o da ne? Kasiklar uzun geldiginden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar agizlarina.En sonunda bakmislar beceremiyorlar, öylece aç kalkmislar sofradan.Bunun üzerine simdi demis ermis, sevgiyi gerçekten bilenleri çagiralim yemege. Yüzleri aydinlik, gözleri sevgi ile gülümseyen isikli insanlar gelmis oturmus sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kasigini çorbaya daldirip, sonra karsisindaki kardesine uzatarak içirmis. Böylece her biri digerini doyurmus ve sükrederek kalkmislar sofradan. iste demis ermis; "Kim ki hakikat sofrasinda yalniz kendini görür ve doymayi düsünürse,o aç kalacaktir; ve kim kardesini düsünür de doyurursa o da kardesi tarafindan doyurulacaktir süphesiz. sunuda unutmayin, gerçek pazarinda alan degil, veren kazançtadir daima.."( sirf almayi degil de vermeyi dü$ünenlerden olalim IN$ALLAH...


Çok güzel bir paylaşım,teşekkürler...
Okumaya doyamayacağımız birbirinden güzel hikayelere devam etmek için:
http://sari-alan.tr.gg/H%26%23304%3BKAYELER.htm
Mesaj07.08.2008, 12:18 (UTC)    
Mesaj konusu:

Medine Yi Aglatan Ezan

Allah Resûlü hasta yatağında soğuk terler döküyor. Hazreti Aişe’nin gözü yaşlı, Hazreti Ebu Bekr’in başı yerde, Kainatın Efendisi ebedi yolculuğun eşiğinde son nefeslerini sayıyor. Medine soluk almadan bekliyor.

Buruk yürekler, endişeli bakışlar ve köşelerde sessiz sessiz akıtılan göz yaşları… Tek istenilen şey, bir haber. Habibin sıhhat haberi. Fakat Alemlerin Rabbi daha fazla uzatmayacaktır dünya gurbetini Habibinin. Ahmedi’nin yüreğini daha üzmeyecektir bu çöllerde.
İşte son an… son nefes… ve Habibin dudaklarından dökülen son söz: “Er’rafiku-l a’la! Er’rafiku-l a’la!” “ Yüce dost! Yüce dost!”
Kainatın Sevgilisi ulaşıyor dostuna.
Ezan vaktidir. Resûlullah’ın yokluğundaki ilk gecenin sabahı. Bilal elini kulağına götürmek için hazırlanıyor. Mukaddes daveti duyuracak. Lakin yüreği yanıyor. Yanık sesi, yanık yüreğiyle hepten hüzne bürünmüş başlıyor ezan-ı Muhammedi. Ve tam “Eşhedü enne Muhammederrasûlullah…” derken bir hıçkırık kopuveriyor Bilal’in ciğerlerinden. Bilal ağlıyor, sahabeler ağlıyor. Dalga dalga hüznüyle yayılıyor gülbang-ı Ahmedî. Peygamber müezzini ezanı güçlükle bitirebiliyor.

Medine… Peygamber şehri. Hiç böyle görmemişti bu şehri Bilal. Her bir taşından göz yaşı damlıyordu sanki. İşte bu sokaklardan yürümüştü Allah Resûlü. Bu mescitte oturmuştu. Şu kütüktü yaslanıp da hutbe okuduğu. Mübarek ayaklarının değdiği toprak bu topraktı. O’nun gül kokusu sinmişti bu yerlere. Medine O’nu bulduğu gün can bulmuştu. Ama şimdi o yoktu bu şehirde. Her zerresine hasretini nakşedip göçüp gitmişti işte. Bilal Medine’de duramazdı artık. Baktığı her yönde O’nun hatırasının canlandığı, yüreğine hicran ateşleri yağdıran bu şehirde kalamazdı. Hasretini bağrına basıp Şam’a gitti. Aradan seneler geçti. Medine peygambersiz, ezanlar Bilalsiz seneler geçti. Halife defalarca Bilal’i Medine’ye çağırdı. Tüm ısrarlara rağmen peygamber müezzini kabul etmedi bu davetleri. Fakat bir gece Efendimiz (sav) rüyasına geldi Hazret-i Bilal’in. Allah Resûlü (sav) nurlar içinde ona bakıyor, sitemvâri bir tavırla: “Ne zamandır beldemize uğramaz oldun Ya Bilal!” diyordu. Ertesi sabah Bilal, emri alan asker gibi fırladı. Derhal Medine yollarına koyuldu. Bilal’in ne sıcakta pişen vücudu ne uzayan yollara bakan gözleri vardı. Hissettiği tek şey kalbindeki tarifsiz sızıydı. Özleten, ağlatan, yandıran bir sızı.

Günlerce süren yolculuğun ardından Bilal, sevgilisini gömdüğü hicran şehrine ayaklarını basıyordu işte. Ve o gün Medine bir zamanlar çok iyi tanıdığı bir sesle açıyordu gözlerini sabaha. Sesi duyan daha iyi işitebilmek için kapılara koşuyordu. Sokaklara dökülen insanlar heyecan içinde birbirlerine tek bir şeyi haber veriyordu. “Bilal gelmiş! Seneler sonra Bilal Medine’ye dönmüş.” Kalpler sanki yerinden çıkacaktı. Sokaklarda kadınlar, çocuklar… Medine böyle bir şey görmemişti. Bütün şehir mescide akıyordu. Onlar bu sesi hep peygamber hayattayken duymuşlardı. Bu sesi işitip de gittiklerinde mescide Allah Resûlü’nün o mübarek yüzünü görmüşlerdi yıllarca. Peki ya şimdi? İşte bu ses Bilal’in sesiydi. Yoksa Muhammed Mustafa (sav) , kainatın biricik sevgilisi şimdi de mescitte miydi? Birisi deseydi ki: “Evet, Peygamberimiz (sav) mescitte, müminleri namaza bekliyor.” Şüphesiz buna inanmayan kalmayacaktı. Bir anda çağlayan hisler o koskoca hakikati unutturuvermişti. Allah Resûlü artık aralarında yoktu ve dönmesi de mümkün değildi. İşte o dem herkes koyuverdi kendini. Genç, ihtiyar, kadın, çocuk herkes herkes ağlıyordu. Her şey ortadaydı. Bu ses bu semalarda Muhammed Aleyhisselamsızdı.

Bilal de yüreğinin yangınlarına su serpiyordu gözyaşlarıyla. O da ağlıyordu.

Hıçkırıklara karışan bu ezan bütün Medine’yi ağlatmıştı. Bu Hazret-i Bilal’in okuduğu son ezanı oldu. Şam’a döndükten bir süre sonra o da Hakk’ın rahmetine ulaştı.
Mesaj07.08.2008, 12:46 (UTC)    
Mesaj konusu:

Bilal'in sevgisi nasıl bir sevgi ki; onu tarif etmede kelimeler kifayetsiz kalıyor.
Ya Rabbi! Bizlere de Bilal'in peygamber sevgisini nasip eyle. Ne olurdu bizler de Bilal kadar peygamberimizi sevebilsek, onun kadar olmasa da dolu dolu bir hayat yaşayabilsek.

Sevgili sarı-alan teşekkürler.Daha önce okudum ama Bilal'in peygamber sevgisini okumak ayrı bir güzellik kattı ruhuma.Bizlere peygamber sevgisinin en güzel örneğini sundun.

______________
Mesaj07.08.2008, 13:27 (UTC)    
Mesaj konusu:

Sanırım kilitlenmiş bir konuya verilen cvp'tır. Eğer forum kurallarını ihlal ettiği düşünülürse bu mesaj silinebilir.

Allah'ın Varlığı ve Öncesizliği Hakkında

İlk önce belirtmeliyim ki, sorduğun soru senin en doğal hakkın. Yani seni Yaradan’ı tanımak, O’nu anlamaya çalışmak ve O’nunla kişisel bir iletişim kurmak bir kul olarak, bir insan olarak senin en doğal hakkın ve o Yaratıcı’nın içine koymuş olduğu “gerçeği arayış” istidâdının bir sonucudur.

Bir hadis-i kudsî’de şöyle buyrulur: “BİLİNMEK İSTEDİM; mahlûkâtı (yani insanı) yarattım.” (Aclûnî, II, hadis 132) Bu, insanın yaratılış gâyelerinden biridir. İnsan, Allah’ın yüceliğini TANIMAK, O’nu bilmek ve bütün kendisine verilen nimetlere karşılık O’na teşekkürünü sunmak; yani O’na tüm kalbiyle, tüm canıyla ve tüm benliğiyle yönelik KUL olduğunun bilincine varmak için yaratıldı. Hem de MELEKLERDEN DE ÜSTÜN bir fıtrat-ı ilâhiyle. Asrımızın meşhur mütefekkirlerinden Bediuzzaman’ın şu sözü meşhurdur: “O’nu TANIYAN, O’na ibadet eden, zindanda da olsa bahtiyardır. O’nu unutan, O’nu tanımayan ise, saraylarda da olsa zindandadır, mutsuz ve bedbahttır.” Kur’ân- Kerim’de şöyle buyrulur: “Şüphesiz ki biz, insana şahdamarlarından daha da yakınız.” Yani O’nu tanımak ve tanımaya çalışmak için çok uzak değil. Mırıltılarımız, yakarışlarımız, içimizde sakladıklarımız bile O’na aşikardır. O’nu hem Kainat Kitabı’nda hem de Resulü Hz.Muhammed Sallallâhu Aleyhi Vesellem’e vahyettiği Kitabı’nda tanıyabiliriz. O’nu tanımak için ilk bilmemiz gereken; O’nun zâti ve subûti sıfatlarını bilmek, bu sıfatlar (ve Kur’anı Kerimde geçen Esma’ül Hüsna’daki isimlerin nitelikleri) üstünde tefekkür etmektir.

Allah’ın zâtî sıfatları şunlardır:

Vücûd: Yani Allah-u Tealânın VAR olduğunu belirtir.

Kıdem: O’nun bir BAŞLANGICI YOKTUR.

Bekâ: Bir SONU YOKTUR, insanlar gibi ölmez. Sonsuz hayat sahibidir.

Vahdaniyet: O, BİR’DİR ve TEK’tir. Eşi ve benzeri yoktur.

Muhalefetün lil-havâdis: Sonradan yaratılan hiçbir mahlukata benzemez, çünkü O, yaratılmamıştır. Ezelden beri vardır ve var olacaktır.

Kıyam bi-nefsihî: O’nun var olması ve varlığını sürdürmesi için hiçbir şeye, hiçbir varlığa ihtiyacı yoktur.


Allah’ın subûtî sıfatları ise şunlardır:

Hayat: O, hayat sahibi ve diridir.

İlim: O, gizli ve saklı her şeyi bilendir. Yerde de gökte de ve senin kalbinde saklı hiçbir şey O’ndan gizli değildir.

Sem’i: O, her şeyi işitendir. Yüreğindekileri bile…

Basar: O, her şeyi görendir.

İrade: O, her şeyi dileyen, yönetendir. O’ndan habersiz, bir yaprak bile yerinden kıpırdamaz.

Kudret: O’ her şeye Gücü yetendir. Gücü ve kudreti sonsuzdur. Kudretinin kapsamadığı hiçbir şey yoktur.

Kelam: O, harflere yada kelimelere ihtiyacı olmadan konuşur. SÖZ sahibidir.

Tekvin: O, her şeyi yaratmaya MUKTEDİRDİR ve gücü yeter. “Kün fe yak un” emrince “OL” demesiyle dilediğini yoktan var eder, dilediğini de vardan yok eder.

Senin sorduğun soru Allah’ın KIDEM ve BEKA sıfatlarıyla ilgili. Yani Allah’ın bir başlangıcı olmadığı gibi bir sonu da olamaz. Bir başlangıcı olsa zaten Yaradan değil; sonradan oluştuğu ve sonradan var olduğu için bir mahlukat; sonu olsa birgün gelip yok olacağı için kudret değil acziyyet sıfatlarına sahip olurdu ki, o zaman da TAPILMAYA, ÖVÜLMEYE, HAMD ve SENA EDİLMEYE LAYIK BİR RABB değil, güçsüz, aciz bir varlık olurdu ve UBUDİYYET sıfatıyla sıfatlanmazdı. Bugün, yeryüzü ilâhlarının (yani tağutların) kendilerini (haşa) ilâh olarak iddia etmesinde veya edilmesindeki NANKÖR’lük, bu sıfatlara mahzar olamayışlarındaki acziyyet değil mi? Bir Anneden doğan yada sonradan var olan bir KUL, ilah olabilir mi, ona Rabb diye tapınılabilir mi? Firavun, ilâhlık iddiasında bulundu. Ama unuttu ki, bir anneden doğmuştu ve yine unuttu ki, Kızıldeniz’in ortasında can verecekti. Nemrud’un o kadar gücü ve saltanatı, küçücük bir sineğin kendisini yok etmesine yetmedi. Ve ubudiyet iddiasında bulunan diğerleri, birgün kendilerini Yaratan Cinlerin de İnsanların da Rabbi olan Allah’a dönecekler, yaptıklarından sorumlu olacaklardır. Çünkü Allah’tan geldik, yine Allah’a döneceğiz. Bundan ne bir kaçış, ne bir erteleme ne de bir kurtuluş asla olmamış ve olmayacaktır da.

Fânîyiz (yani geçiciyiz, birgün bir bebek olarak kundaklandığımız şu yeryüzünden bir kefenle yeniden kundaklanıp bizi bu dünyaya gönderene geri döneceğiz.) Bu yüzden de fâni olanı istemiyoruz. Aciziz. (yani gücümüz de yapabileceklerimiz de sınırlıdır. Ne ÖLÜMÜ ÖLDÜREBİLİR, ne hiçbir şeyi yoktan var edebilir, ne de var olan bir şeyi yok edebiliriz.) Bu yüzden de aciz olanı istemiyoruz, aciz olana bağlanmıyor, ondan medet beklemiyoruz. Ruhumuzu Rahmana teslim eyledik, başka HAYR istemiyoruz. İsteriz, fakat bir Yar-ı Bâki isteriz. (Tek sevgili, Allah’tır. Leyla’da Mevla’yı bulmuş, dost diye de yâr diye de O’na bağlanmış, O’na gönül vermişiz.) Zerreyiz, fakat bir Şems-i Sermed isteriz. (Kocaman bir kainatta küçücük bir noktayız. Ama buna bakmadan gözümüzü küçücük bizi de, kocaman kainatı da Yaradan Yüce Mevla’ya dikmişiz.) Hiç ender hiçiz, fakat bütün mevcudâtı birden isteriz.

Gizli İlimler Admin.
______________

gizliilimler.org / 4kitap.tr.gg / mehmetakifardic.tr.gg
Mesaj07.08.2008, 13:54 (UTC)    
Mesaj konusu:

Selamun Aleykum

Ramazan'a Özel Hazırladığımız Arrow www.tevhidisohbet.tr.gg Açılmıştır.

Sitede Emeği Geçenler:
Arrow www.efgan.tr.gg
Arrow www.karayizbiz.tr.gg
Arrow www.bir-gulus.tr.gg
Arrow www.namazvebiz.tr.gg

Sohbetimizin Amaçı; Dinimizi Birbirimizle Paylaşmak Ve Bilmediklerimizi Öğrenmek Öğretmektir.

Allaha Emanet Olun

Herkezi Bekleriz....

______________
Mesaj09.08.2008, 06:08 (UTC)    
Mesaj konusu:

Allah Kullarını Biz Farketmesek de Korur


Zünnun-i Mısri'nin şöyle dediği rivayet edilmiştir :

Bir gün elbiselerimi yıkamak için Nil nehrinin kenarına gitmiştim. Nehrin kenarında dururken, bir de baktım ki, görülmemiş şekilde büyük bir akrep bana doğru geliyor. Çok korkmuştum. Beni onun şerrinden koruması için Cenab-ı Hak'ka sığındım. Akrep nehre geldiğinde, sudan büyük bir kurbağa çıkıp akrebe doğru geldi. Akrep kurbağanın sırtına binip suyun üzerinde yüzüp gittiler. Bu bana çok şaşırtıcı gelmişti. Ben de onların nehrin kenarında takip ettim. Nehrin karşı yakasına geçtiklerinde, akrep kurbağayı bırakıp dalları büyük, gölgesi çok olan bir ağacın yanına gitti.

Bir de baktım ki, ağacın altında Allah'a asi bir genç mışıl mışıl uyuyor. Kendi kendime: "La ha'vle vela kuvvete illa billah. Bu akrep nehrin ötesinden buraya kadar, bu genci sokmak için geldi" dedim ve içimden, akrep gence yaklaştığı zaman hemen akrebi öldürmeğe karar verdim. Akrebe yakın bir yerde durdum. Bir de baktım ki karşıdan büyük bir yılan, genci öldürmek için, gence doğru geliyor. Bu sırada akrep yılanın üzerine hücum etti ve başını sokmaya başladı. Akrep yılanın ölmesine kadar başını sokmaya devam etti. Yılan öldükten sonra akrep nehre döndü.Kurbağa da onu orada bekliyordu. Akrep tekrar kurbağaya binip nehrin öte yanına geçti. Ben de arkalarında bakakaldım.

Sonra gencin yanına geldim, o hala uyuyordu, akabinde baş ucunda kendi kendime şöyle dedim :

- Ey uyuyan genç; Allah seni, sen fark etmesen de karanlığın içindeki her türlü kötülükten korur. Sen uyusan bile Allah uyumaz. O kullarına çok merhametlidir. dedim.

Genç benim bu sözlerim üzerine uyandı ve başından geçen olayları kendisine anlattım. Genç hemen tevbe etti. Bütün yapmış olduğu kötü davranışlarından vazgeçip, iyilerden oldu ve ölünceye kadar hayatı böyle devam etti. Allah ona rahmet etsin.
Mesaj09.08.2008, 07:34 (UTC)    
Mesaj konusu:

ÖLÜM

Küçüklüğümden beri dar yerlerden sıkılır ve buralardan adeta feryad ederek kaçardım.Daha sonra bunun bir hastalık olduğunu anlamış,fakat bu illetten bir türlü kurtulamamıştım.Oysaki, o dar mekanlara simdi ister istemez girecektim.Beni sarıp sarmalamışlar ve uzunca bir tabuta yerlestirmislerdi.Cevremde dolasanlarin seslerini gayet iyi duyuyor ve gozlerim kapali olmasina ragmen,her nasilsa onlari gorebiliyordum.

-"Genc yasta oldu zavalli"diyorlardi."Halbuki yapacak ne kadar isleri vardi"

Gercektende bircok isim yarim kalmisti.Mesela ogluma iyi bir is kuramamis,araba ile renkli televizyonun taksitlerini henuz bitirmemistim.Buyuk bir firma kurup dostlarimi o firmada toplamakta,artik hayal olmustu.Kis cok yakin oldugu halde odun-komur isini halledememis ve catinin akan yerlerini aktaramamistim.

Birden kulaklarimi cinlatan bir sesle irkildim.Sanki mikrofonla soylenen bu ses,beynimin en ucra koselerinde yankilaniyor ve;
-"Gecti artik gecti"diyordu.

Icimden,keske gecmemis olsaydi diyordum.Nereden basima gelmisti o kaza bilmemki?Halbuki ne kadarda iyi araba kullanirdim.Olup bitenleri anlamaya calisirken,dostlarimin cevremi sardigini ve uzerimi ortmek icin tabutun kapagini kaldirdiklarini farkettim.Avazim ciktigi kadar bagirmak ve cirpinmak istedigim halde;ne kimildayabiliyor,nede bir ses cikartabiliyordum.Biraz sonra koyu bir karanlik icinde kalmis ve gozlerimi;tabutun tahtalari arasindan sizan isiga cevirmistim.Dehset icinde;
-"Aman Allahim"dedim."Ne olacak simdi halim?"

Korkudan hicbir sey dusunemiyordum.Biraz sonra omuzlara kaldirilmis ve sallana sallana goturulmeye baslanmistim.Disardaki seslerden yagmur yagdigi belli oluyor ve su damlaciklarinin sesi,tabutumun gicirtisina karisiyordu.Cenaze namazi icin camiye gidiyor olmaliydik.

Cami diyince aklima gelmisti.Cok yakinimizda olmasina ragmen,nedense bir turlu elim degip gidememistim.Ama 50 yasina gelince namaza baslayacak ve herkesin sikayet ettigi kotu aliskanliklarimi terkedecektim.Ah,su kaza olmasaydi,ilerde ne iyi bir insan olacaktim.Daha onca duydugum ses:
-"Gecti artik gecti"diye tekrarliyordu. "Bitti artik"

Biraz sonra namazim kilinmis ve imam cemaate,nasil bir insan olarak bilindigimi sormustu.Ben,cemaatin arasindaki 8-10 kisinin bu soruya cevap vermedigini gayet iyi biliyordum.Evet bu insanlara kotuluk ettigimi kabul ediyordum.Fakat su kaza olmasaydi,onlarin gonlunu alacak ve yaptigim haksizliklari telafi etmeyecekmiydim?

Camideki isimiz bittikten sonra tekrar omuzlara kaldirilmistim.Tabutumun egik bir sekilde tasinmasindan,mezarliga giden yokusu tirmandigimizi anliyordum.Siddetle yagan yagmurun,catlaklardan iceri girerek kefenimi yer yer islattigininda farkindaydim.Buna ragmen disarda konusulanlara kulak verdim.Dostlarimin bir kismi piyasadaki durgunluktan bahsediyor,bir kismida gecen aksam televizyonda oynanan kovboy filmini methediyordu.Tabutumu tasiyan diger biri ise,yanindakinin kulagina fisildayarak;
-"Tam olecek gunu buldu rahmetli.Sirilsklam olduk birader"diyordu.

Duyduklarim herhalde yanlis olmaliydi.Yoksa bunlar uykularimi onlar icin feda ettigim dostlarim degil miydi?Yolculugum bir muddet sonra bitmis ve tabutum yere indirilmisti.Kapak tekrar acildi ve gucsuz vucudumu kucaklayan kollar,beni dibinde su toplanmis olan bir cukura dogru indirdi.Boylu boyunca yattigim yerden etrafima baktim.
Aman Allahim!Bu kabir degilmiydi?

O ana kadar buraya girecegimi neden dusunmemistim?Sessiz feryadimi kimse duymuyor ve dostlarim,kalin tahtalarla uzerimi kapatmak icin adeta birbirleriyle yarisiyorlardi.Tekrar zifiri karanlikta kalmis ve butun zerrelerimle dua etmeye baslamistim;

-"Yarabbi!"diyordum."Bir firsat daha yokmu,senin istedigin gibi bir kul olatim?Ve kabrimi,cennet bahcelerinden bir bahceye cevireyim"
Daha once duydugum ses,ayni seyleri tekrarliyarak;
-"Gecti artik gecti"dedi."Hersey bitti artik"

Vucudumu orten tahtalarin uzerine kurekle atilan topraklarn cikardigi ses,gokgurultusunu andiriyor ve butun benligimi sarsiyordu.Son bir gayretle yerimden firlayarakgozlerimi actim.Odamdaki rahat yatagimda yatiyor,fakat korkunc bir kabus goruyordum.Bitisik dairede oturan doktor arkadasim basucumda duruyor ve;
-"Gecti artik gecti"diye tekrarliyordu."Gecti bak,hicbirseyin kalmadi"

Yattigim yerden yavasca dogruldum.Terden sirilsklam olmus ve sanki 20 kilo birden vermistim.Disarda saganak halinde yagmur yagiyor ve gokgurultusunden butun ev sarsiliyordu.Cevremdekilerin saskin bakislari arasinda kendimi toparlamaya calisarak;

-"Yarabbi!Sana butun zerrelerimin adetince sukurler olsun"diyordum."Iyi bir kul olmak icin ya bir firsat daha vermeseydin?"


ya son fırsatımızsa yaşadığımız hayat hala ne duruyorsunuz
______________
http://www.oyyyyy.tr.gg



Mesaj10.08.2008, 09:23 (UTC)    
Mesaj konusu:

Dul Kadın ve Yahudinin İmanı



Bir bayram arefesinde, dul bir kadın yanında babadan yetim kalmış çocuğu ile zengin bir hacının dükkanına girerek, Allah rızası için yardım istedi. Hacı fakir kadına yardım etmediği gibi:

- Bıktım sizden nedir bu iş.. Ben sizin için mi çalışıyorum. Defol şurdan, diyerek kovdu.

Hacıdan hiç ummadığı bir şekilde cevap alarak kapı dışarı edilen kadıncağız, melül- mahzun oradan ayrılıp giderken, hacının karşısında, aynı mağazadan bir dükkanın sahibi olan yahudi, o fakirin ızdırabını anladı .

- Nedir hanım, hacı size niçin bağırdı?, diye sordu.

İmanlı ve şuurlu bir kadın olan fakirceğiz, Yahudiye hacıyı şikayet etmek yerine :

- O benim büyüğümdür. Döver de, kovar da, sana ne oluyur ey kefere! diye cevap verdi.

Fakat Yahudi durumu anlamıştı. Kadını ısrarla dükkana çağırıp, ne isterse almasını, kendisine ve çocuğuna olacak elbisenin kendisinde bulunduğunu hatta hacınınkinden daha iyisini kendisinden alabileceğini söyleyerek dükkanına getirdi. Dul kadın ve yetim çocuk Yahudinin dükkanından beğendikleri elbiseyi giydiler, kuşandılar ve kadın Yahudiye :

- Allah sana iman nasip etsin. Sen bizi giydirdiğin gibi Allah da sana Cennette köşkler verip Cennet elbiseleri giydirsin, giblerden dua etti, yanındaki masum çocuk da, anasının duasına amin, dedi. Şen şakarak oradan ayrılıp gittiler.

Dul ve yetimi dükkanından kovan hacı, o gece bir rüya gördü. Rüyasında kıyamet kopmuş ve kendis cennete girmişti. Cennette gezerken gayet güzel, gözleri kamaştıran bir köşk gördü. Baktı ki, köşkün kapısında kendisnin ismi yazılı idi. <<Demek ki burası bana ait>> diyerek köşkün kapısından içeri girmek istedi. Fakat kapıda bekçi olarak bekleyen melekler hacıyı içeri almadılar.

- Giremezsin hacı, dur bakalım nereye gidiyorsun? dediler.

Hacı durdu :

- Niye giremiyorum, bu köşk benim değil mi? diye sordu.

Melekler cevap verdiler :

- Düne kadar senindi ama, maalesef dün sizden başkasına devredildi. Daha henüz kapısının üzerrindeki tabelâ da sçkülmemiş, yakında sökerler, dediler.

Hacı neye uğradığını anlayamadı. O telaş ve heyecan içinde uyandı ki, yatakta yatıyor : <<Eyvah ben ne yaptım ... Dün çocuklara iyilik etmemekle hata ettim, demek ki benden sonra onları yahudi Avram efendi giydirmişti. Köşkü kaçırdık>> dedi.

Sabah olunca doğru yahudi Avram efendinin dükkanına gitti. Selam, hoş - beşten sonra:

- Avram efendi, dünkü dul kadına sen kaç liralık elbise verdiysenonların parasını sana ben vereceğim, dedi.

Yahudi bir altın değerinde elbise verdiğni söyledi.

Hacı :

- Madem o kadarmış al sana onun iki misli, dedi.

Fakat Avram olmaz, dedi. Hacı değerini yükseltti, hacı yükselttikçe yahudi olmaz diyor, yahudi kabul etmedikçe hacı vermek istediği parayı artırıyordu. Hacı yüz altın, ikiyüz altın vermeğe başladı ama, artık Avram'ın da sabrı taşmıştı.

- Olmaz hacı olmaz, o köşk yüz altınla bin altınla satın alınmaz... O senin gördüğün rüyayı ben de gördüm ve işte müslüman oldum. o köşk düne kadar senindi, sen daha evvel yaptığın hayır - hasenatla o kçşkü yaptırmıştın ama, dün bana sattın. Ben onu tekrar sana satmaya niyetli değilim. Sen artık bundan sonra kapına geleni boş çevirmede, Cennette kendine başka saraylar yaptır. Allah'ın mülkü geniştri, dedi.

Yahudiden de bu cevabı alan hacı, bir daha kapısına geleni boş çevirmeyceğine dair kendi kendine söz vererek oradan ayrılığ gitti. Ama köş de elden gitti. Allah yardımcısı olsun.

______________

Mesaj10.08.2008, 13:26 (UTC)    
Mesaj konusu:

Kapıları Kapattım

Kapıları Kapattım...!

“Müslüman olduğum gün cami imamı, bana namazın kılınışını açıklayan bir kitap verdi. Ancak Müslüman talebelerin buna endişelerini gördüm, bana: “Acele etme, rahat ol, zamanla yavaş yavaş yaparsın” dediler. Ben de kendi kendime, namaz bu kadar zor mu? Dedim ve talebeleri duymamazlıktan gelerek, hemen vaktinde beş vakit namaz kılmaya karar verdim.

O gece, loş ve küçük odama çekilerek kitaptan abdest ve namaz hareketleri eksersizlerini yaptım, namazda okunacak bazı surelerin Arapça okunuşlarıyla İngilizce anlamlarını ezberlemeye çalıştım. Bu çalışmalar saatlerce devam etti.İlk namaz denemesi için kendime güven gelince yatsı namazını kılmaya karar verdim. Vakit gece yarısıydı, kitabı alıp banyoya girdim, kitabı açarak, mutfaktaki ilk yemek denemesi yapan aşçı gibi kitaptaki talimatları dikkat ve incelikle bir bir uyguladım.

Abdest bitince odanın ortasında durup, kapı ve pencerelerin kilitli ve kapalı olmasından emin olduktan sonra kıble olarak bildiğim tarafa yöneldim, derin bir nefes aldım ve elimi kaldırarak alçak bir sesle Allahu Ekber dedim. Kimsenin beni işitmemesini ve görmemesini umuyordum, yavaş yavaş Fatiha suresi ile kısa bir sureyi Arapça olarak okudum. Öyle zan ediyorum ki herhangi bir Arap beni dinlemiş olsaydı benim okumamdan bir şey anlamayacaktı. İkinci bir tekbir alarak Rükua gittim, rükuda biraz tedirginlik hissettim, çünkü hayatımda hiç kimseye eğilmemiştim. Odada yalnız olduğumu hatırlayınca sevindim.

Subhane Rabbiyel azim dediğimde kalbimin hızla çarptığını hissettim. Tekrar tekbir getirerek doğruldum ve artık secdeye varma zamanı gelmişti. Secdeye varmak üzere ellerimi ve dizlerimi yere koyunca dona kaldım, secdeye gidemiyordum, efendisinin önünde başını yere koyan köle gibi yüzümü, burnumu yere koyup kendimi zillet sandığım bir duruma düşüremiyordum, üstelik bacaklarım da katlanamıyordu, utandım gülünç duruma düştüm zannettim.



Bu durumda beni gören, arkadaş ve tanıdıklarımın önünde acınacak ve alay edilecek halimi düşündüm, arkadaşlarımın kahkahalarını duyar gibi oluyordum. ‘San Francisco’da Araplar çarptı bu hale düştü’ gibi sözler sarf edeceklerini tahayyül ederek zavallı duruma düştüğümü his ettim. Bir müddet tereddüt ettikten sonra derin bir nefes aldım başımı seccadeye koydum, zihnimdeki bütün düşünceleri attım, dikkatimi dağıtacak düşüncelere yer vermeden ikinci secdeye de vardım. Bu esnada kendi kendime “Daha önümde üç tur daha var” diye düşündüm ve kararlıydım: Neye mal olursa olsun bu namazı tamamlayacağım.

Kalan rekatlarda işler gittikçe daha da kolaylaşıyordu. Son secdede tam bir sükunet hissettim. Nihayet teşehhütten sonra selam verim. Selamdan sonra bulunduğum yerde olduğum gibi kaldım, geriye dönüp nefsimle giriştiğim savaşı aklımdan geçirdim, bir savaştan çıktığımı hissettim sonra başımı önüme eğerek mahçup bir şekilde “Allah’ım geri zekalılığımdan ve tekebbürümden dolayı beni bağışla, uzak bir yerden geldim ve daha önümde kat edilecek uzun bir yol var” diye dua ettim.

Bu esnada daha önce hiç yaşamadığım bir şeyi hissettim. Bunu kelimelerle ifade etmek mümkün değil. Vücudumu, kalbimin bir noktasından çıktığını hissettiğim ve anlatmaktan aciz kaldığım bir dalga kapladı, soğuk gibiydi, ilk etapta irkildim, vücuduma olan etkisinden ziyade garip bir şekilde duygularımı etkiledi ve görünür bir rahmetin varlığını hissettim.



Bu rahmet sonra içime nüfuz ederek içimde kaynamaya başladı. Sonra sebebini bilmeden ağlamaya başladım, ağlamam artıp göz yaşlarım aktıkça, rahmet ve lütuftan harika bir gücün beni kucakladığını hissettim. Günahkar olmama rağmen, günahlarımdan, veya utanç ve sevinçten dolayı ağlamıyordum. Sanki büyük bir set açılmış ve içimdeki korku ve keder sel olup gidiyor.

Bu satırları yazarken kendi kendime diyordum: “Allah’ın rahmet ve mağfireti, sadece günahları affetmiyor, o aynı zamanda bir şifa ve bir sekinedir”. Uzun bir süre başım eğik bir şekilde öylece diz üstü kaldım.Ağlamam durunca, yaşadığım deneyin akıl ile izah etmenin mümkün olmadığını anladım, Bu esnada idrak ettiğim en önemli husus ise, benim Allah’a ve namaza şiddetle muhtaç olduğum gerçeği oldu.

Yerimden kalkmadan önce de şu duayı yaptım: “Allah’ım bir daha küfre girmeye cüret edersem beni, o küfre girmeden önce öldür ve bu hayattan kurtar, hata ve eksiksiz yaşamanın çok zor olduğunu biliyorum, ancak şunu yakînen biliyorum ki, bir tek gün dahi olsa sensiz yaşamak senin varlığını inkar etmem mümkün değildir”.

Prof. Jefri Lang (Amerika da öğretim üyesi)
______________
farklı bir tasavvuf sitesi Wink
Önceki mesajları göster:   


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Türkçe Çeviri: phpBB Türkiye & Erdem Çorapçıoğlu