Forum'da ara:
Ara


Yazar Mesaj
Mesaj30.09.2008, 16:48 (UTC)    
Mesaj konusu:

Konu Neden Kilitlenmıyor
______________
Mesaj30.09.2008, 16:52 (UTC)    
Mesaj konusu:

ask-nett yazmış:
Konu Neden Kilitlenmıyor


bence bu önemli konunun kilitlenmemesi lazım bu tip insanlara karşı küçük kardeşlerimizi bilinçlendirmeliyiz...
______________
Sitenize İngilizce Turkçe Çevirisi Ekleyin...
Mesaj30.09.2008, 16:54 (UTC)    
Mesaj konusu:

Tamam Haklısın Ama Moderator Nedemış Konu Yanlış Yere Acılmıs DIyor " Serbest Bölgeye " Ac Dıyor ?
_____________________________________________________________
WwW.Ask-Nett.Tr.GG Bedava-Sitem Kullanıcılarının Bayramlarını Kutlar
______________
Mesaj30.09.2008, 17:20 (UTC)    
Mesaj konusu:

Moderator derken??
Kim demiş mesela Very Happy
______________
Sitenize İngilizce Turkçe Çevirisi Ekleyin...
Mesaj30.09.2008, 17:23 (UTC)    
Mesaj konusu: Tarihten Bugüne Türkiye'de Misyonerlik

Tarihten Bugüne Türkiye'de Misyonerlik

GİRİŞ

Misyonerlik tarihin hiçbir döneminde tek başına bir din meselesi değil, hep siyasi bir mesele oldu. Tarih boyunca sömürgeleştirmeyle iç içe yürüdü. Arkasında emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerinden çokuluslu şirketlere kadar Batı`nın savaş aygıtları var.

Sanıldığının aksine özellikle Protestan misyoner hareketi, Hıristiyanlaştırarak "yeni azınlıklar" yaratmaya değil, Batı`ya bağlı Hıristiyan "Türkler", "bütün vatandaşlık haklarına sahip Protestan vatandaşlar" yaratmaya çalışıyor. Yoğun bir Hıristiyan ve Hıristiyanlaşmış nüfus oluşturma çabası. Yerli misyonerlerin "Türk olduklarını, Türkiye vatandaşı" olduklarını sık sık vurgulamaları hem bir siyaseti, hem bir stratejiyi açığa vuruyor.

"Aşağıdan" yürütülen faaliyet sonucu Türkiye`nin hiç Hıristiyan yurttaş yaşamayan bölgelerinde ev ve işhanlarında "kiliseler" açıldı. Örneğin, İstanbul`da 40, İzmir`de 40, Ankara`da 10 "kilise" açıldı. Ancak kesin bir rakam tespit etmek pek mümkün değil. Çünkü kapısına "kilise" yazanların dışında ev kilisesi olarak kullanılan daireler mevcut ve tespit etmek pek kolay değil.

Rakamların yanı sıra gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir olgu var. Tehlikeyi gündeme getirenlere karşı, misyoner örgütlerin dünyanın her yerinde çalışma yaptığı Afrika vb örnekler verilerek karşı çıkılır. "Evhama" kapılmamak gerektiği söylenir durur.

Oysa Afrika ya da dünyanın herhangi bir bölgesine gönderilen misyonerle Türkiye`ye gönderilen aynı anlamı ifade etmiyor. Örneğin, Güney Kore, Hıristiyanlık açısından özel bir anlam taşımıyor. Türkiye ise Afrika gibi sadece yer altı-yerüstü kaynaklarının zenginliği veya sadece jeopolitik önemi nedeniyle değil, emperyalizm için mutlaka ele geçirilmesi gereken "kutsal toprakları" ifade ediyor. Sadece iktisadi, askeri, siyasi yanı değil, işin bir de Hıristiyanlık-Yahudilik açısından dinî yanı var. Bu yüzden ısrarla yüz yıllardır Türk toprağını hedef alıyorlar.

Amaç sadece "Türk Hıristiyanlar" değil, aynı zamanda merkezi otoriteye karşı harekete geçirmek üzere Hıristiyanlaşmış topluluklar yaratmak. Sözde etnik farklılıklar yaratılarak Güneydoğu bölgemizde yürütülen faaliyetin özeti budur. Batı, hedefini sadece siyasi, iktisadi ve askeri operasyonlarla teslim almıyor. Ruhen ve ırken de hedef kitleyi kendisine bağlamak için bir dizi çalışma yapıyor. Somut örneği Güneydoğu`da bölgemizde yaşayan vatandaşlarımız üzerinde oynanan oyundur. Bölge belediyelerine AB`den aktarılan paralar, ABD, İngiliz elçiliklerinin hummalı sondaj çalışmaları bölge insanına Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından ayrı yeni bir kimlik yaratmak hedeflendi, belli ölçüde başarı sağlandı. Ancak bunlar yeterli olmadığı için `Kürtler Aryen Irktır` tezini yeniden ısıtıp piyasaya sürdüler. Kamuoyunda yaygın kanı, bu tezin son 20 yılda Alman İstihbaratı tarafından geliştirildiği, propaganda ve örgütlenme faaliyetinde kullanıldığı yönünde. Oysa bu iddiayı ilk ortaya atan 1918 yılında İngiliz İstihbaratından Binbaşı Edward Novill`dir (Bazı çevirilerde Noel-U.Y.). Novill`den 80 yıl sonra Almanların yaptığı AB süreciyle birlikte ellerindeki `sivil toplum kuruluşları` aracılığıyla bu tezi geliştirip yaygınlaştırmaya çalışmak oldu. Amaç irken, ruhen ve dini açıdan bölgedeki vatandaşlarımızı Batı`ya bağlamak. Çünkü İslâm sadece bir inanç sistemi değil, aynı zamanda kültürümüzün temelindeki çok önemli bir yapıtaşı. ABD, İngiltere ve AB`yle birlikte İsrail`e bağlı kuruluşların da bu konuda bütün gücüyle yüklenmesi ve Kürt kökenli insanların aslında Yahudi olduklarını iddia etmesi boşa değil. İsrail ve uluslararası Yahudi Lobisi, propaganda aracı olarak, yeniden `Hz. İbrahim de Kürttü` safsatasını yayıyor.
Dolayısıyla mesele, Türkiye`nin ulusal güvenliğiyle doğrudan bağlantılıdır.


BOARD RAPORU VE BATININ HEDEFLERİ

Batılı Hıristiyanlar, 1071 sonrası Türk ilerleyişini durdurmak, Kudüs ve Hıristiyanların diğer kutsal saydıkları yerleri geri almak için 1096-1270 yılları arasında toplam sekiz Haçlı Seferi ve bir dizi küçük sefer düzenlediler. Papalar, Haçlı Seferleri boyunca ve sonra "Anadolu ve Rumeli`yi istila etmekte olan Türklere karşı Avrupa milletlerini ayaklandırmak için bütün teşkilatiyle harekete geçmişlerdi". Haçlı Seferleri bitince 1208 yılında misyonerliğe başladılar. Bu tarih Türklere karşı verilen savaşta bir strateji değişikliğini ifade ediyor.

Haçlı seferleri sırasında Cluny papazı Peter, birçok kaynakta adı Robert Keton olarak geçen "Ketton`lu Robert`ten Kurân-ı Kerim`i Latince`ye çevirmesini istedi. "Ketton`lunun tercümesinde Kur`ân-ı Kerîm `Zındıkların kaynağı, Hıristiyan kilisesinin varlığını tehdit eden yıkıcı hareketlerin sebebi` olarak gösteriliyordu. `Eğer Kur`an`ın verdiği zararlar bertaraf edilmek isteniyorsa, onu öğrenmek gerekir`" deniliyordu. 1311`de Papa`nın emriyle "Şark Dilleri Kürsüsü" kuruldu. 1312`de Viyana Konsili`nde, Avrupa`nın Oksford, Paris, Roma gibi ünlü üniversitelerinde Arapçanın da okutulması kararlaştırıldı. Anadolu`da "teçhizatlı misyonerlerin" faaliyeti esas olarak bundan sonra başladı. Önce Katolikler, daha sonra Protestan misyonerler Osmanlı İmparatorluğu`ndaki gayrimüslimleri bölerek merkezi otoriteye karşı kışkırttılar.

Osmanlı`nın, 1535`te Fransızlara tanıdığı kapitülasyonla, ilk kez bir Hıristiyan kral, padişaha eşit bir taraf muamelesi gördü. 1583`te Fransız elçisi ve Papa`nın temsilcisinin isteğini kabul ederek, egemenlik haklarını ortadan kaldıran bir karar daha aldı: Kendi halkının bir başka devletin göndereceği öğretmenler tarafından eğitilmesini kabul etti. Bu tarihten sonra Osmanlı coğrafyasında yüzlerce misyoner okulu, kilisesi, yetimhane vb. merkez açıldı.

Ermeni araştırmacı Levon Panos Dabağyan, misyonerlerin verdiği zararı şöyle ifade ediyor: "Ermeniler`in `Millî Kilisesi` ile birlikte, millî bütünlüğü bölünmüş ve böylece Türkiye Ermenileri, Emperyalist Devletler`in âdeta oyuncağı durumuna gelerek çok büyük kayıplara uğramışlardır".


"ASYA`NIN ANAHTARI" TÜRKİYE

Katoliklerin ardından ABD`deki Protestan misyoner örgütlerinin en kıdemlisi ve en büyüklerinden, "American Board of Commissioners for Foreign Missions", kısaca ABCFM ya da Board diye anılan örgüt 1820`lerden itibaren Anadolu topraklarına girince, misyonerliğin yıkıcı faaliyeti çok daha çarpıcı biçimde öğrenildi.

1823 yılı sonunda William Goodell ve Isaac Bird, Beyrut`ta iki Ermeni din adamını Diyonisos Karabet ve Kirkor Vartabet`i Protestan yapmayı başardılar. Onlar da tıpkı Katolik misyonerler gibi öncelikli olarak Osmanlı`daki gayrimüslim tebaayı hedef aldılar. En önemli araçları okul, yetimhane, hastane gibi son derece güçlü çekim merkezleriydi. Osmanlı İmparatorluğu`ndaki ilk Protestan Amerikan misyoner okulu 28 Temmuz 1824 tarihinde, Bey- rut`ta Hıristiyan Arap, Tannus el Haddad`ın başöğretmenliği ve yedi öğrenciyle öğrenime baş- ladı. Sadece bir yıl sonra, okuldaki öğrenci sayısı 90`a çıktı. Okulun ardından ilk Amerikan konsolosluğu da Beyrut`ta faaliyete geçti.

1829`da Board üst yönetimi Ermenilere yönelik bir misyon kurdu. Bu faaliyetin başlamasından sonra, yaklaşık 70 yıl içinde, Anadolu`da 25 bin Ermeni Protestanlaştırıldı. 1895 yılına kadar Osmanlı İmparatorluğu`nun sınırları içinde faaliyet yürüten Board`a bağlı misyonerlerin sayısı 540. Bunların 427`si Anadolu`da çalıştı.


KİM NERDE NE İÇİN ÇALIŞTI?

Misyonerlerin daha sonraki dönemde amaçları Protestanlaştırdıkları küçük grubu, Osmanlı`da "millet" statüsüne çıkarmaya çalışmak oldu. Bunun için Amerikalı misyoner William Goodell ve İngiliz Büyükelçi Lord Redcliffe canla başla çalıştı. 1839 Tanzimat Fermanı`yla, herkesin yasa önünde din, mezhep farkı gözetilmeksizin eşit sayılması misyonerlere yetmedi.

1870`lerde ABD hükümetinin desteğiyle faaliyetlerini olağanüstü büyüttüler.

Board, 1871`de Anadolu`daki faaliyet alanını üç bölgeye ayırarak çalışmalarını yürütüyordu.


Batı Türkiye Misyonu. Merkez İstanbul olmak üzere İzmit, Bursa, Manisa, Kayseri, Sivas ve Merzifon.
Merkezî Türkiye Misyonu. Merkezi Antep olmak üzere Halep, Adana, Antakya, Maraş.
Doğu Türkiye Misyonu. Merkezi Harput olmak üzere Bitlis, Erzurum ve Mardin`i kapsıyordu.

ABD`li misyonerler başlangıçta "dinsizleri" Hıristiyanlaştırmak için gelmişlerdi ancak daha sonra Anadolu`da pek dinsiz bulamadıklarından Müslüman ve Musevileri Protestanlaştırma yolunu seçtiler. Ancak iki din mensuplarında da bunun imkânsız denecek kadar zor olduğunu görünce Ermenilere yöneldiler. Ermeni ruhban sınıfının bütün direnmesine karşın Protestanlaştırdıkları Ermenilerle 1 Temmuz 1846`da İstanbul`da ilk Protestan Kilisesi`ni açtılar.

Örgütlenme çığ gibi büyüdü.

Amerikan konsolosları azınlıkları, özellikle Osmanlı Ermenilerini kışkırtma faaliyetinin bizzat içinde bulundular. Amerikalı misyonerlerle birlikte bölücü faaliyetin içinde de yer aldılar. Örneğin, Halep, Elazığ ve Kayseri konsolosları misyonerlerle birlikte Ermenilere para yardımı yaptı. Konsoloslarla misyonerlerin birlikte çalışması Bab-ı Âli`nin dikkatini çekti ve ABD`nin konsolosluk açma isteklerine sınırlama getirildi. Ancak yürürlükteki 1830 Ticaret Antlaşması buna engel oldu.

Amerika, merkezi İngiltere`de (Londra) bulunan Hıristiyanlığı Dünyaya Yayma Cemiyeti, Fransa, Roma Kilisesi ve diğer Batılı devletlerin misyoner örgütleri Harput`tan İstanbul`a kadar Osmanlı coğrafyasında hummalı bir faaliyetin içindedir. Misyoner örgütler Osmanlı`daki Müslüman olmayan vatandaşları bölüp parçaladı ve ayaklandırdı. Beyrut ve Suriye bölgesindeki Amerikan okulları da Arapları ayaklandırmak için açılmıştı.

Osmanlı`nın parçalanmasında misyoner okulları büyük rol oynadı. Dinini değiştiren aynı zamanda, bağlı oldukları toprağı da reddediyor, sadakatle bağlı olduğu devleti ve parçası olduğu milleti de değişiyordu. Örneğin, Batı`nın casus okullarında "beyni yıkanarak katolikliği seçen Ermeniler, sadrazamın huzurunda bile `biz millet-i Ermeniyana tabî olamayız` diyorlardı."

Bulgar, Rum, Ermeni, Arap ve Arnavut milliyetçilerin kurdukları çetelerin lider kadrosunun çoğu bu okullarda yetişti. Örneğin Bulgaristan`ın "kurtarılması" davasını başlatan Robert Kolej`in kurucusu, misyoner Cyrus Hamlin. 1863 yılında ABD dışında denizaşırı bir ülkede açılan ilk Amerikan koleji, İstanbul`da açılan Robert Kolej`dir.

Gerek Osmanlı, gerek 1908 Devrimi`nden sonra İttihat ve Terakki hükümetleri misyonerlik hareketlerine karşı sert tedbirler almaya çalıştılar. Ama hem iş işten geçmişti, hem de tedbirler yürürlüğe konamadan 1. Dünya Savaşı`na girildi. Batılı misyoner örgütlerin faaliyet alanında işgalci ülkelerin göz diktiği bölgeler karşılaştırıldığında sonuç çarpıcı;

a. ..İngiliz dini faaliyetleri, bugünkü İsrail bölgesi ile Mezopotamya ve Ege yörelerinde yoğunlaşmıştı; İngiltere`nin nihai paylaşımdan elde etmeyi tasarladığı bölgeler de burasıydı..."

b. ..bu yerler harita üzerinde işaret edilirse, görülecektir ki Fransa`nın, resmi temsilciliklerinin yoğun bulunduğu bölge Suriye ve Lübnan`dır. Bu bölgenin gelecekteki paylaşımda Fransa`ya düştüğünü hepimiz biliyoruz...`

c. ..ABD sürekli olarak Doğu Anadolu Bölgesi üzerine eğilmiştir. Yüzyıl sonundaki Ermeni sorunu (Bugün de Kürt meselesi-UY) ve onunla ilgili mücadeleler, bir ölçüde Amerikan misyonlarının sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Böylece ABD, Osmanlı İmparatorluğu`nun paylaşımında ağırlığını Doğu Anadolu`ya koymuştu..."


ATATÜRK VE MİSYONERLİK

Tıpkı bugün olduğu gibi o zaman da yabancılar toprak alıyorlardı. Merzifon`da, Amerikalı misyonerler bazı arazi ve tarlaları satın almışlardı. Merzifon, Pontus faaliyetinin bölgedeki önemli merkezlerinden biri olmuştu. "1884 tarihinde Amerikan misyonerlerinin teşebbüsüyle şehrin kuzeyinde bir kısım arazi ve tarlalar satın alınmıştı. Buralarda inşaata başlanarak kısa zamanda ev, okul, aşhane, kütüphane, marangozhane, eczane, hastane gibi birçok müesseseler meydana getirilmişti. Öksüzler ve dilsizler mektebi de bulunduğu gibi, o zamanlara göre ilk, orta, lise derecesinde tahsil gösterilen Kolej`de lisan olarak İngilizce, Fransızca, Rumca ve Ermenice konuşuluyordu. Kısmen Arapça, Farsça, Türkçe dersleri de vardı."

Atatürk bir yandan Milli Mücadeleyi örgütlüyor, bir yandan da yabancıların dört bir yanda yürüttüğü faaliyetleri tespit etmeye ve izlemeye çalışıyordu. Misyoner okulları Kurtuluş Savaşı`na karşı emperyalist işgalci ülkelerin savaş aygıtı konumundadır. Amerikalıların yardımı ve yönetiminde Merzifon Amerikan Koleji`ne Amerikan malı silahlar getirilmiş, Rum gençleri örgütlenmiş, okulda ayrılıkçı kulüpler kurulmuştu. Büyük Millet Meclisi hükümetinin kararıyla büyük bir soruşturma başlatıldı ve okul kapatıldı. Atatürk`ün misyonerliğe karşı tavrı net. Örneğin, ağır işgal koşullarında, Amerikan Yakındoğu Heyeti`nin yetimhane, çiftlik ve okul açmak için izin istemesine karşı aldığı tutum son derece öğretici. Atatürk, 3 Ocak 1921`de İçişleri Bakanlığı`na gönderdiği yazıda şöyle diyor: "Amerikalılar tarafından numune çiftliği vesair benzeri müesseseler husule getirilip buralarda kendi tebaamızdan olan binlerce çocuğun Türk hükümeti ve milletine karşı dostane olmayan ve sadıkane olmayan hissiyatla donanmış olarak yetişmelerine müsaade edemeyiz." Ve bir dizi ağır şart getiriyor.


ATATÜRK`ÜN ABD`Lİ TEĞMEN DUNN`LA GÖRÜŞMESİ

Yine Atatürk, ABD Deniz Kuvvetlerinden istihbaratçı Teğmen Robert S. Dunn`la yaptığı görüşmede de Amerikalı misyonerlerin yıkıcı faaliyetlerini vurguluyor. Teğmen Dunn`ın Washington`a gönderdiği rapora göre, görüşme 1 Temmuz 1921`de yapılıyor. Teğmen Dunn`ın yazdığı raporun konumuzla ilgili bölümü şöyle:

"Konu: Anadolu`daki Vaziyet -Monografik Rapor-
Nereden: İstanbul (Milliyetçi Türkiye)
No:1308
Tarih: 09 Ağustos 1921
(20) Milli
(60) Dahili Siyasetler
(61) Harici Siyasetler

Aşağıdaki sorular Mustafa Kemal Paşa`ya Teğmen Robert S. Dunn (ABD Deniz Kuvvetleri) tarafından soruldu ve cevaplar kendisi tarafından aşağıda belirtildiği gibi verildi:

(...) S: Yakındoğu Yardım Şirketleri ve Amerikan Tütün Şirketlerinin Rum ve Ermeni memurlarının, şimdilerde Karadeniz sahillerinden sınırdışı edilmesinde teferruat ve pren- sipte hangi makam karar veriyor? Sürgün emirlerinin hakkı ile tatbikinden kim mesul tutulmuştur? Siyasi sebeplerle sürülme emri alanlar aleyhinde hangi müessese delil sahibidir?

C: Karadeniz sahilindeki Rumlar -bilhassa Samsun`dakiler- Pontus devleti adını vermek istedikleri bir Rum hükümeti kurmaya çalışıyorlar. Bu gizli teşkilat Atina`dan ve Atina tarafından yönetiliyor. Bu gizli teşkilat Türkiye`nin mahvına yol açmaya ve İzmir bölgesini işgal etmiş olan Yunan ordusuna yardım etmeye çalışıyor. İnebolu`yu bombardıman etmek suretiyle Yunan hükümeti bu hain insanlara yardım ediyor ve onları cesaretlendiriyor. Yunan hükümeti zaman zaman Samsun`a asker çıkarıyor ve Rumların kendileri ile işbirliği yapmaları için propaganda yapıyor. Hükümet Rumların bu faaliyetini ve Türkleri öldürmek ve Türk köylerini yakmak gibi yaptıkları mezalimi ispatlayacak kâfi belgeye sahiptir. Bu belgelerin bazıları hâlâ mahkeme önündedir. Komisyon tarafından silahlandırılan Rumlar, Yunan Kızıl Haçı adı altında kendilerini gizleyerek, bugüne kadar Türklere karşı, dağlarda vahşiyane suçlar işlemektedirler. Pontus Komitesi, hainane emellerini güven altına alma çalışmalarında kuvvet kazanmak için Rusya`dan ve Kafkasya`dan binlerce Rum getirmeye gayret etmektedir. Osmanlı tebaası Rumlar kendi oğullarını Yunan ordusuna gönderdiler. İzmir cephesinde karşılaştıklarımız bunlardır. Aldığımız esirler arasında bu tür kişiler var. Türkiye Büyük Millet Meclisi mevcudiyetini korumak için gerekli bütün tedbirleri tereddütsüz almaktadır. Zararlı siyasetler izledikleri tespit edilen Ermeniler cezalandırılmaktadır. Aynısını yapan Türkler de tamamen aynı şekilde cezalandırılmaktadır. Bu bağımsızlık endişesi ile yanlış bir yola sapan Müslümanlara karşı en sert tedbirler alınmaktadır. Fakat Yunanlıların vahşet ve mezalimi uzun süredir devam etmektedir ve hiç kimse zavallı Müslümanları kurtarmayı düşünmemektedir. Rumlar, Müslümanlara karşı bu suçları Avrupalıların ve Amerikalıların gözleri önünde işlemektedir.

S: Hükümet, Anadolu`daki Amerikan yardım ve hayır müesseselerini kabul ettikten, onlardan vergi aldıktan ve Ankara`da bir temsilci bulundurmalarına müsaade ettikten sonra, mevcut basının bu müesseselere ve onlarla alakalı Amerikalılara karşı propagandasına neden müsaade etmektedir?

C: Yasalarımızla uyum halinde bulunması kaydı ile biz ACRNE`nin insani ve yardım amaçlı faaliyetlerini memnuniyetle karşılamaktayız. Fakat esefle söylemeliyim ki, Merzifon ve Kayseri`deki gibi bu müesseselerden bazılarının bu hainane amaçlara vasıta oldukları araştırmalarla ispatlanmıştır. Basın; tarafından yapılan şikâyetler, bu gerçeklerin yayımlanmasından fazla bir şey değildir. Unutulmamalıdır ki, bizdeki basın her yerde olduğu gibi serbesttir.

(...)

S: Ankara Hükümeti kapitülasyonların kaldırılmasını istemeyen ABD ile diplomatik bir münasebet kurulmasına müsaade edecek midir?

C: TBMM Hükümeti, Amerika ile münasebete memnuniyetle girmek ister. Ancak milli hükümet, Amerikan Hükümeti`nin Türkiye`yi tam bağımsızlığından mahrum bırakan kapitülasyonların devamı için ısrar etmeyeceğini ümit eder. Kapitülasyonların kaldırılmasını zorunlu kılan tam bağımsızlık, Büyük Millet Meclisi`nin hâkim olan prensibidir."


LOZAN VE TEVHİDİ TEDRİSAT KANUNU

Kurtuluş Savaşı`ndan sonra azınlık ve yabancı okulları en çok tartışılan meselelerden biri oldu. 3 Mart 1924`te TBMM`de kabul edilen Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu`na göre, "Türkiye içindeki bütün bilimsel kurumlarla, öğretim kurumları Eğitim Bakanlığı`na bağlanmıştır."

Kanun`la eğitim devletin tekeline alındı. Devlet bu konuda rakip istemiyor, ikiliğe izin vermiyordu. Cumhuriyet yönetimi, gençliğini hem gericiliğin hem de misyonerliğin elinden kurtardı. Gericilik de, misyonerlik de aynı merkezden Batı`dan yönetiliyordu. Yasaya göre, "Seriye ve Evkaf Vekâleti veyahut özel vakıflar tarafından yönetilen bütün medrese ve okullar, Eğitim Bakanlığı`na devredilmiş ve bağlanmıştır." Bakanlığın, "ulusun duygu ve düşünce birliğini sağlayacak, bilimsel, pozitif ve birleşik bir eğitim-öğretim siyaseti izleye- ceği" belirtiliyordu. Kanun yürürlüğe girdikten sadece bir ay sonra İstanbul`da 40`a yakın Fransız okulu ve 4 İtalyan okulu kapatıldı.

Cumhuriyetin ve Türk devrimlerinin misyonerliğin önünü açtığı yönünde kamuoyuna özellikle muhafazakâr kesimin yayınları dolayısıyla yanlış aksettirilen bir propaganda var. Oysa en azından Atatürk`ün sağlığında durum pek böyle değil.

1928 yılı Ocak ayında Bursa`da Amerikan Kız Koleji`nde, Madelet, Nemika ve Seniha Kamran adlı üç kız çocuğunun Hıristiyan yapıldığı ortaya çıktı. Açılan davada üç kız öğrencinin, okul müdiresi Jeannie Jillson ve öğretmenlerden Edith Sanderson ve Lucille Day`in çabasıyla Hıristiyan oldukları ortaya çıktı. İlk duruşma, 13 Şubat 1928 Pazartesi günü yapıldı. Üç Amerikalı öğretmen 30 Nisan 1928 tarihinde üçer gün hapis cezası ve üç lira da para cezasına çarptırıldılar. Amerikalılar temyize gittiler. Temyiz mahkemesi 5 Mart 1929 Salı günü bayan Sanderson ve bayan Day`in üçer gün hapis ve üçer gün para cezasını onadı. İki Amerikalı da dava açıldıktan sonra Türkiye`yi terk ettiği için hapis yatmadılar. Okul, Amerikan Yabancı Misyon Komiserleri Heyeti`nin kontrolünde bulunuyordu, o tarihte 144 kız öğrencisi vardı.

Milli Eğitim Bakanlığı, bu gelişme üzerine okulu kapattı.

Atatürk`ün misyoner okulları ve faaliyeti konusundaki kesin tavrını ve Bursa`daki olayı ABD`nin ilk Türkiye Büyükelçisi Joseph C. Grew, anılarında uzun uzun anlatıyor. Olayın hemen ardından Genelkurmay ABD Büyükelçisi`nin golf sahasına el koyuyor!

Grew, anılarında Bursa`daki olayı ve Golf sahasına el konulmasını şöyle değerlendiriyor: "Talihsizlikler, nadiren tek başlarına gelirler. Bugün kötü bir gündü. Sabah gazeteleri, Maarif Vekâletfnin Bursa`daki Amerikan okulunu kapatmaya niyetlendiği ve dini propagandadan sorumlu olanların mahkemeye verileceği haberini resmi bir bildiri halinde geçiyorlardı. Bu hadise, tüm misyon okullarının neticede kapanışına doğru bir adım daha atıldığı manasına geliyordu. Bundan sonraki önemli husus, bu dalganın kolejlere sıçramasını önlemekti.

"Bu hadiselerden sonra Belin ile golf oynarken bir Türk süvari zabiti gelerek hükümetin golf sahamızın yarısına el koyarak eğitim çalışmaları için süvarilere verdiğini ve bundan böyle bu kısımda golf oynayamayacağımızı söyledi."


AMERİKAN EĞİTİM KOMİSYONLARI

1939`dan itibaren adım adım özellikle İkinci Dünya Savaşı`ndan sonra Türkiye önce İngiltere`nin ardından her alanda ABD`nin hâkimiyeti altına giriyordu. Türkiye ve ABD hükümetleri arasında 27 Aralık 1949`da imzalanan anlaşma gereği Türkiye`de Amerikan Eğitim Komisyonu kuruldu.

Anlaşma gereği Amerikan Eğitim Komisyonu, "Türkiye`de Türk parası ile Türk hükümetinin himayesinde, her türlü Türk denetiminin dışında, Türk eğitimi hakkında araştırma yapması, bilgi toplaması, gerekli Amerikan memurlarının uzman ve araştırmacı olarak okul, üniver- site ve bakanlıklara yerleştirmesi ve benzeri faaliyetlerini" dilediği gibi yaptı. Türkiye`nin başkentinde Türk eğitimiyle ilgili bir Amerikan Komisyonu kuruldu ve Türk hükümetine bu komisyonun çalışmalarını kontrol ve denetleme hakkı bile verilmedi.

YERDE YÜRÜYEN U-2`LER

1961`de ABD Başkanı J.F. Kennedy`nin girişimiyle "az gelişmiş ülkelerde" çalışmak üzere yüzlerce gönüllü kadın ve erkekten oluşan bir örgüt kuruldu. Kennedy yetkisini kullanarak örgütün kurulması için 1 Mart 1961`de bir kararname çıkarttı. Projeyi kayınbiraderi Sargent Shriver Jr.`ın başkanlığında kurdurduğu bir araştırma komitesine hazırlattı.

Barış Gönüllüleri, gittikleri ülkenin insanları ile yakın ilişki kurmak, aile yapısının içine girerek sosyal araştırma yapmak ve Amerikan ideolojisi için altyapı oluşturmakla görevlendirilmişlerdi. "Barış Gönüllüleri`nden istenen, Amerikan ideolojisinin propagandasını yaparak Amerika`ya sadık toplumsal ortam oluşturmak olmalıydı. Saturday Review dergisindeki, `Barış gönüllüleri bu işi başarabilecekler mi?` başlıklı yazıda belirtildiği gibi amaç; `Bir Müslümanın Mekke`ye yönelmesi gibi, bir insanın Washington`a bakmasını sağlayacak ideali bulmak` olarak" belirlenmişti.

Ancak Barış Gönüllüleri`nin bir ajan gibi çalıştıkları saptanınca ülkelerine geri döndüler. Barış Gönüllüleri, Amerikalıların o dönem icat ettikleri casus uçağına benzetilerek, "yerde yürüyen U-2`ler" olarak adlandırılıyordu.

1962-1972 yılları arasında Türkiye`de 1585 Amerikalı misyoner "Barış Gönüllüleri" adı altında faaliyet yürüttü. Bazı araştırmalarda, "Güneydoğu bölgemizde PKK`nın temelleri bu dönemde atılmıştır" deniliyor.


SIR CATHERWOOD`UN MÜDAHALESİ

Soğuk Savaş sona erdikten sonra Yeni Dünya Düzeni gereği, Hıristiyanlaştırma faaliyeti hem "aşağıdan", hem "yukarıdan" devasa boyutlara ulaştı. Özellikle Turgut Özal`lı yıllarda önü iyice açıldı.

1989 yılında İstanbul polisi ev ve işhanlarında açılan "korsan kiliselere" yönelik operasyonlar yaptı. Bazı yabancı gruplar otellerde toplanıp ayin yapıyorlardı. Bunlardan biri, İstanbul`daki "Güngören Protestan Kilisesi". 1987`de Ataköy Demirköy Oteli`nde yabancıların önderliğinde toplanan küçük bir grup, Ekim 1989`da polis tarafından durduruldu. Bunun üzerine ne oldu dersiniz? "Güngören Bağımsız Protestan Kilisesi Önderi" Nigel Prior`un ağzından, kendi kaynaklarından öğrenelim: "Şubat 1990 tarihinde, bir İngiliz hükümet görevlisi olan Sir Fred Catherwood`un Türkiye`ye yaptığı ziyaret sırasında dönemin başbakan yardımcısı olan Ali Bozer ile yaptığı görüşmede bu konular ele alınmıştı. Görüşme sonunda, işyerlerinde ve müstakil yerlerde ibadet amacıyla bir araya gelinmesine sözlü olarak izin verilmiştir. Bu gelişmelerden sonra kilise cemaati, Nisan 1990`da, Bakırköy İncirli Caddesi`nde bir iş yeri kiralamış ve burada toplanmaya başlamıştır."

"Bostancı Protestan Kilisesi önderlerinden" Ali Şimşek de İngiltere`nin müdahalesini ve ANAP`ın izin vermesini şöyle anlatıyor: "İngiliz hükümet görevlisi Sir Catherwood`un Türkiye Cumhuriyeti yetkilileriyle görüşmeleri sonucunda, Protestanların bir yer kiralayarak, serbest bir şekilde ibadet etmelerine izin verilmişti. Bu gelişmelerden sonra yeni Protestan kiliseleri kuruldu."

Bu müdahaleyi AB aday üyeliği, ABD, İngiltere ve İsrail`in bölgedeki politikalarıyla birleştirdiğinizde 2005 itibariyle karşımıza çıkan tablo şudur: `Kilise` olarak kullanılan adresleri tespit edilemeyenlerle birlikte sadece İstanbul`da 40, İzmir`de 40, Ankara`da 10 merkez var.


17 AĞUSTOS DEPREMİ

17 Ağustos 1999`da meydana gelen Marmara depreminden sonra Adapazarı merkezli olarak San Maritas Kampı, Cap Anamur Köyü ve açılan ev kiliselerinin yanısıra Vatikan`ın Caritas adlı örgütü de faaliyet yürüttü. Caritas, depremden sonra Sakarya Üniversitesi ve Körler Derneği`de dahil olmak üzere kitle örgütleriyle temas kurdu.

Caritas, Sakarya Üniversitesiyle yakın işbirliği içindeydi. Caritas, 1 Mart 2002 tarihinde Sakarya Üniversitesi`ne gönderdiği bir yazıyla, "sosyal rehabilitasyon" amaçlı bir eğitim projesiyle öğretmenleri eğitmek istediğini bildirdi. Projenin adı, "Okul Aile İşbirliği". Proje, daha önce Yugoslavya`da da uygulandı. Vatikan Büyükelçiliği Caritas Üniteleri Müdürü Adriano Franchini imzalı yazıda, öğretmen eğitiminde yer alması istenen öğretim görevlilerinin listesi de verildi. Ve Caritas`ın talebi, üniversite yöneticilerinin 29 Mart 2002 tarihinde yaptığı toplantıda aynen kabul edildi...


WASHİNGTON VE LONDRA`DA KAMPANYA: TÜRKİYE`YE TURİST GELMEZ

Bir de "inanç turizmi" var. Emniyet`in İzmir ve İstanbul`da yaptığı operasyonlardan sonra ortaya çarpıcı bir gerçek çıktı. İzmir`de Hıristiyanlığı yayma faaliyeti yürüten 16 ABD`li misyoner, 29 Temmuz 1999 günü gözaltına alındı. Amerikalı misyonerlerin 15`i, 30 Temmuz 1999 sabahı Adnan Menderes Havalimanı`ndan İstanbul aktarmalı bir uçakla ülkelerine gönderildiler.

ABD Büyükelçiliği, misyonerleri Türkiye`ye getiren Mattheus Hendrikus adlı kişi için İzmir Emniyet Müdürlüğü`ne başvurdu ve hemen serbest bırakılmasını istedi. Güney Afrikalı olan Hendrikus, Trabzon`da oturuyor ve bir turizm acenta-sında çalışır gözüküyordu. ABD Büyükelçiliği`nin isteği ve Hendrikus`un ikamet adresi göstermesi üzerine savcılığa çıkarılmadan serbest bırakıldı.

İzmir Emniyet Müdürlüğü ekipleri, 12 Eylül 1999 Pazar günü ise "İzmir İsa Mesih Topluluğu Kilisesi" adı altında faaliyet yürüten 40 kişi, kilise haline getirdikleri apartman dairesinde ayin sırasında gözaltına alındı. Daha önce kilise için İzmir Valiliği`ne başvuran ancak "evraklarını tamamlamadıkları" gerekçesiyle başvuruları kabul edilmeyen iki Amerikalı, üç Güney Koreli, bir Avustralyalı ile birlikte ayine katılan 34 Türkün de ifadeleri alındı. Kilise mühürlendi, gözaltındakiler "izinsiz ibadet yeri açmak ve izinsiz toplantı düzenlemek" suçundan savcılığa sevk edildi. Ancak "Takibata mahal olmadığı" kararıyla serbest bırakıldılar.

Polis, 3 Ekim 1999 tarihinde ise İstanbul Zeytinburnu` ndaki misyoner kilisesine operasyon yaptı.

Misyonerlere yönelik operasyonların ardından ABD ve İngiltere`de büyükelçiliklerimize protesto mesajları yağmaya başladı. Mesajlarda, operasyonlar protesto ediliyor ve "Türkiye`nin Hıristiyanlar için güvenle gidilecek bir ülke olup olmadığı" soruluyordu! ABD ve AB`nin desteğiyle misyonerliğe karşı operasyonların devam etmesi durumunda, Türkiye`ye turist gelmeyeceği tehdidini öne sürdüler.

Üstelik İzmir`de korsan kiliseleri açan "yerli" misyonerlerin "inanç turizmi" yapan rehberler olduğu da itiraf edildi. Londra Büyükelçiliği Tanıtma Müşaviri Sivas Küce imzalı, 22 Eylül 1999 tarih ve "İvedi" uyarısıyla Turizm Bakanlığı`na gönderilen yazıda şöyle deniyor:

"Müşavirliğimize son günlerde ulaşan ve ülkemizde din ve inanç hürriyeti ile ilgili soruları içeren yazılar ilişikte sunulmaktadır. Yazıların incelenmesinden de görüleceği üzere geçtiğimiz günlerde İzmir`de ayin yapan bazı Hıristiyanların polis tarafından tutuklandığı konusunda basında yer alan haber çeşitli tepkilere yol açmış bulunmaktadır.

Müşavirliğimize yapılan konu ile ilgili başvurularda turist olarak Türkiye`ye gitmeyi planlayan kişilerin yanı sıra ülkemizde tur düzenleyen bir tur operatörü de bulunmaktadır. Yazılarda dile getirilen konular aşağıda özetlenmektedir.

Yazıların hepsinde Türkiye`nin Hıristiyanlar için güvenle gidilecek bir ülke olup olmadığı sorulmaktadır. Bunun yanı sıra kilisede dini inançlarına uygun olarak ibadet eden kişilerin silahlı polislerce tutuklanması ve orada bulunan çocukların binada yalnız bırakılmasının tepki ile karşılandığı, bu davranışın insan haklarına aykırı görüldüğü belirtilmektedir. `Hugh Annand` imzalı yazıda inanç hürriyetinin Anayasa garantisi altında olduğu belirtilerek, hükümetin güvenlik güçleri üzerindeki kontrolü ve bu teşkilatın anayasaya bağlılığı sorulmaktadır. `Mastersur` adlı tur operatörünün yöneticisi Bob Fleming`den alınan yazıda ise tutuklanan kişilerden bazılarını tanıdıkları, bu kişilerin Efes ve Yedi Kiliseler gibi Hıristiyanlarca kutsal sayılan yerlere düzenlenen turlarda büyük ölçüde yardımcı oldukları belirtilerek yetkililerin bu davranışları insafsızlık olarak nitelendirilmektedir. Deprem sonrasında tüm dünya kamuoyunda oluşan olumlu yaklaşımların bu tür olaylardan olumsuz olarak etkileneceği, Türkiye üzerine kurulan tatil planlarının da gelecek açıklamalar çerçevesinde gözden geçirileceği bazı mektuplarda belirtilmektedir.

Söz konusu yazıları gönderen kişilere Müşavirliğimizce ilk etapta Türkiye`nin din ve inanç hürriyetinin yasalarla güvence altına alındığı, tüm büyük dinlere kucak açan bir ülke olduğunu vurgulayan birer mektup gönderilecek, bahse konu olayla ilgili olarak gerekli bilgiler alındığında daha açıklayıcı cevaplar da verilecektir. Bu tür yayınların ve tepkilerin sürmesi halinde gerek ülkemiz imajının ve gerekse turizmimizin bundan büyük zarar göreceği dikkate alınarak, söz konusu başvuruların en etkin şekilde cevaplanabilmesi için olayla ilgili detaylı bilgilerin Müşavirliğimize iletilmesine ihtiyaç duyulmaktadır."

Aynı kampanya ABD`de de yapıldı. 25 Ekim 1999 tarihli, Washington Büyükelçiliği Tanıtma Ataşesi Sami Orçun imzalı, Turizm Bakanlığı`na gönderilen yazıda şöyle deniyor: "Son günlerde, Müşavirliğimize gelen çok sayıda telefonda, 12 Eylül ve 3 Ekim 1999 tarihlerinde İzmir ve İstanbul-Zeytinburnu`nda bulunan Protestan kiliselerine polis tarafından girildiği, Türkler, ülkemizde yaşayan yabancılar ve turistlerin gözaltına alındığı belirtilerek bu husus kınanmaktadır.

Müşavirliğimize telefonla başvuranlara, gözaltına alınanların ve kiliselerin isimleri gibi hususlarda bilgileri olup olmadığı sorulmuş ancak başka bir bilgi edinilememiştir.

Bilgilerinize ve konunun incelenerek böyle bir olayın olup olmadığı, olmuş ise nedeni ve ilgililere bilgi verilmek üzere sonucun Müşavirliğimize bildirilmesi hususunda gereğini talimatlarınıza arz ederim."

Londra ve Washington büyükelçiliklerine gönderilen protestolarda önemli bir itiraf var: Misyonerlik faaliyetini yürütenler aynı zamanda "inanç turizmi" yapıyor! Bob Fleming adlı tur operatörünün gönderdiği protesto yazısında bu açıkça belirtiliyor. ABD ve İngiltere`de büyükelçiliklerimize ulaşan kampanyanın nedeni İzmir ve Zeytinburnu`nda polisin yaptığı operasyondu.

Peki Türkiye`nin muhataplarına operasyonların apartman ve işhanlarında kurulan misyoner kiliselerine yönelik olduğu, bu bölgelerde hiç Hıristiyan yurttaşın yaşamadığı halde korsan kiliseler açıldığı, meselenin inanç özgürlüğü olmadığı, acaba söylendi mi?

Ancak daha önemlisi, hiç kimse, mahallelerde, apartman dairelerinde, işhanlarında kurulan "kiliselerin" turistler için ne gibi bir "çekim merkezi" olduğunu sorgulamadı!


DİYARBAKIR`DA MİSYONER KİLİSESİ

ABD`de basılan ve Protestanların el kitaplarından sayılan "Operations World-Hedef Tüm Dünya"nın 1993 yılı baskısına göre, misyonerler Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgelerinde 200 vatandaşımızı Hıristiyan yapmayı başardılar. Kuzey Irak`ta ise sayının binlerle ifade edildiği belirtiliyor. 1991 Körfez Savaşı`ndan bu yana ABD ve Batı`dan gelen NGO`ların (hükümet dışı kuruluşlar) ve birlikte çalıştıkları Çekiç Güç`ün bu faaliyetin merkezinde oldukları ise bizzat TBMM`de defalarca dile getirildi.

Diyarbakır`da 1999-2000 yıllarında bölgeye giden yabancı misyonerler yaklaşık 30 aileyi Protestan yaptı. Diyarbakır`ın göbeğinde Sur beldesi Lalepaşa mahallesinde 2001 Haziran`ın da kilise inşaatının temeli atıldı. İnşaatın ruhsat tarihi 5 Haziran 2001. Ruhsat, Ahmet Güvener adına kayıtlı. Güvener, son yıllarda Diyarbakır`da faaliyet yürüten Batılı misyonerlerin Hıristiyanlaştırdığı kişilerden biri. Sur Beldesi`nin Belediye Başkanı o dönem HADEP`li Cezair Serin`di.

"Kilisenin önderi", Ahmet Güvener, kendisi gibi misyonerlerin Hıristiyanlaştırdığı Kemal Teymür`le birlikte daha önce Diyarbakır`da izinsiz İncil dağıttıkları için gözaltına alındı. Sonra da şikâyet üzerine haklarında dava açıldı ve Diyarbakır 4. Asliye Ceza Mahkemesi`nde İslamiyete ve Hz. Muhammed`e hakaret ettikleri gerekçesiyle yargılanmaya başladılar.

Davanın dosya numarası: 2002/788.

Bu iki misyonerin savunma avukatı ise meşhur Şeyh Sait`in kardeşi Şeyh Tahir`in torunu Muhammed Akar`dı! Misyonerlerin Diyarbakır`da 5 Şubat 2002 tarihinde görülen duruşması için iki Amerikalı ve iki Alman gazeteci geldi. Av. Bakar da, misyonerlerin avukatı olarak duruşma salonunda yerini almıştı.

9 Ekim 2002 tarihinde Brüksel`de açıklanan AB İlerleme Raporu, Türkiye`deki misyoner faaliyetine AB desteğini gözler önüne serdi. Raporun 38. sayfasında "Din Özgürlüğü" bölümünde aynen şöyle deniyor: "Protestan topluluğu, kilise açmak için kiralık yer bulma ve yeni kiliselerin inşa edilmesi konusunda dikkat çekici idari problemlerle karşılaşmaktadır. Fakat Diyarbakır`da yeni bir Protestan Kilisesi inşa edilmesine 2002 Temmuz`unda yetkililer tarafından izin verilmiştir."

"Yetkililer" göz göre göre konut olması gereken, "toplantı salonu yapmak için" alınan inşaat ruhsatıyla üç katlı kilise yapılmasına göz yumdu.

Diyarbakır`daki kilise inşaatı durdurulunca ABD Dışişleri hemen devreye girdi. ABD Dışişleri 2001`in son günlerinde yayımladığı "Dünyada Din Özgürlüğü" başlıklı yıllık raporun Türkiye bölümünde "Sonradan Hıristiyan olanlara baskı yapıldığı" iddiası yer aldı. Raporda, Hıristiyan ve Musevilerin Türkiye`de ibadetlerini özgürce gerçekleştirdikleri, ancak sonradan Hıristiyan olanların baskı gördüğü öne sürüldü.

Bu tartışmalardan iki yıl sonra Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Aria Oostlander, PKK`ya yakınlığıyla bilinen Özgür Politika gazetesine yaptığı açıklamada, aynen şu sözleri söyledi: "Diyarbakır`da küçük bir Protestan cemaatiyle de tanıştım. Çok barışık bir gruptu ve yetkililer kendi imkânlarıyla bir kilise salonu inşa etmelerini engellemiş. Türkiye`nin AB nezdindeki büyükelçisine de bu tatsız olaylar ve azınlıkların korunmasıyla ilgili bir liste verdim. Türkiye`nin gerçekten iyi niyetli olduğunu kanıtlamak istiyorsanız, lütfen bu sorunu iki haftada çözün dedim."


ERIC EDELMAN`IN MÜDAHALESİ

"Güneydoğu`da misyonerlik faaliyeti ABD`nin Pirinçlik Askeri Üssü`nün kurulmasıyla başladı. Ardından 1962`den itibaren yüzlerce Amerikalı misyoner `Barış Gönüllüleri` adıyla Türkiye`de faaliyette bulundular. Kürt ayrılıkçılığının temelleri de bu dönemde atıldı."

ABD Ankara Büyükelçisi Eric Edelman, Güneydoğu Anadolu bölgesinde görevli bir Türk istihbarat subayının yaptığı bu değerlendirmeyi doğrularcasına, 20 Nisan 2004 tarihinde Diyarbakır`daki misyoner kilisesi ile ilgili müdahalede bulundu. 2004 Nisan ayının ikinci haftasında Diyarbakır Valililği`nin suç duyurusu üzerine Cumhuriyet Savcılığı, Ahmet Güvener hakkında "dini tesis alanı olarak tescil edilmeyip, ev olarak tescil edilen yerde izinsiz olarak Diyarbakır Kilisesi adlı Protestan kilisesi açmak ve buraya gelen kişilere müzikli ayin vermek" suçundan dava açtı. Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesi`nde görülen davada Güvener hakkında TCK`nın 261/1 maddesi uyarınca 6 ay ile 2 yıl arasında hapis cezası isteniyordu.

Diyarbakır`da misyoner kilisesi hakkında dava açılması ABD Ankara Büyükelçiliği`ni harekete geçirdi. 20 Nisan 2004`te ABD Adana Konsolosu W. Scott Rold ve Ankara Büyükelçiliği Ekonomik İşler Müsteşarı Scot Marciel, 28 Mart 2004 yerel seçimlerinde altı partinin ittifakıyla SHP`den aday olup seçilen Bağımsız Diyarbakır Belediye Başkanı Osman Baydemir`i ziyaret ettiler. Belediyeden yapılan açıklamada, Rold ve Marciel`in "kentin sorunlarının çözümü için üzerlerine düşeni yapacaklarını söyledikleri" bildirildi.

Müsteşar Marciel, Diyarbakır ziyareti sırasında yetkililerden misyoner kilisesi hakkında açılan davanın son durumu hakkında bilgi aldı!

Önemli bir ayrıntı: belediye başkanı Osman Baydemir, ABD`de yaklaşık bir yıl `kent yönetimi, şehircilik` konusunda eğitim gördükten sonra gelip belediye başkanı `seçildi.` 12 Mayıs 2004`te Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesi`nde görülen ilk duruşmada, Savcı, Ahmet Güvener`in beraatini istedi ve AB uyum yasaları çerçevesinde Güvener beraat etti. Duruşmayı, ABD Adana 2. Konsolosu Deborah Harf ile Uluslararası Af Örgütü ve Güney Afrika Kilise Örgütü üyelerinden oluşan 10 kişilik yabancı heyet de izledi.

Duruşmada Savcı Vahdettin Taşkıran mütalâsında şunları söyledi: "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi`nin düşünce, din ve vicdan özgürlüğünü düzenleyen 9. maddesine göre, bireyler dini inançlarını tek başına veya toplu olarak, öğretme, uygulama ve ayin yoluyla açıklayabilirler. Ayrıca Anayasa`nın 90. maddesinde, `milletlerarası antlaşmaların İç hukukun üzerinde olduğu` son Anayasa değişikliğiyle TBMM`de kabul edilmiştir. Bu nedenle sanığın beraatine karar verilmesi kamu adına talep olunur."

Daha sonra Diyarbakır 3. Asliye Ceza Mahkemesi`nin Ahmet Güvener`le ilgili gerekçeli kararı, örnek bir karar olarak AB Komisyonu`na sunulmak üzere Adalet Bakanlığı`na gönderildi.

3 Kasım 2002 genel seçimlerinin ardından hükümet olan AKP, Batı`nın istediği yasaları bir bir çıkararak ve gösterdiği uygulamayla misyonerlerin önünü açtı.


DEĞERLENDİRME

"Aşağıdan" yürütülen faaliyet ve Batı`nın bakışı özetle böyle. Her ilçede, mahallede açılan "kiliseleri" yabancı misyon şefliği veya "istasyon" olarak algılayabilirsiniz. Zira Amerikan Merkezi Haberaima Örgütü CIA`da 1957-1969 tarihleri arasında 12 yıl kritik görevlerde bulunan, ABD`nin "az gelişmiş" ülkelerde yaptıklarını bizzat yaşayan ünlü CIA ajanı Philip Agee, misyoner örgütlerin ne işe yaradığını, nasıl ajan devşirdiklerini anılarında açıkça yazdı.

Ancak Hıristiyanlaşmayı veya bugünkü toplum-insan yapısı hızla çürüyen "Batı"lılaşmanın etkisinin Türk insanındaki sonuçları daha yıkıcı.

Türkiye`nin insan malzemesi çürümektedir. İktisadi, siyasi, askeri, kültürel hemen her açıdan değerlendirelim.

Ekonomisi çökertiliyor. IMF talimatları doğrultusunda örneğin Karadeniz`e "çay ekmeyin" dendi. Konan kotalarla fındık üreticileri perişan edildi. Üniversite mezunları işsizler ordusu kahvehaneleri doldurdu.

Eğitim sisteminin "millîlik" vasfı tartışılır hale geldi. Bir özel üniversitenin öğretmenine göre "Türk Kurtuluş Savaşı Küçük Asya`da bir Rum katliamına yol açmış". Dolayısıyla Kuvayı Milliye hareketinin gayrı meşru olduğunu savunan `öğretmenler` var. Bir devlet okulunda tarih öğretmeni ise öğrencilerine tam tersini anlatıyor. Kendi tarihine yabancılaşmış birkaç nesil yetişti. Böyle eğitim sistemi olur mu?

Mezun olan öğrenciler de başta ABD olmak üzere Batılı ülkelere gitmek, orada okumak, çalışmak ve o ülkeye hizmet etme düşüncesi hızla yaygınlaştı.

Çocukların televizyonu izlediği saatlerde cinsel kimliği belirsiz kişiler ekranı doldurdu. Medya her alanda düzeyi düşüren ve insanı maymunlaştıran Batılı televizyon kanallarının kopyası haline geldi.

Eşcinsellik moda oldu.

Uyuşturucu kullanımı ilköğretim seviyesine indi.

Askerden kaçmak olağan hale geldi ve hızla yaygınlaşıyor. Aileler, "Tabi evladım önce okulunu bitir, önce işini kur, nasılsa bedelli askerlik çıkacak" görüşünü hızla benimsiyor ve telkin ediyor. Geçmişte ise askerden kaçmak en hafif deyişle ayıp addedilirdi. Sadece askerden değil, ülkelerinden, kendilerinden kaçıyorlar.

Türk milletinin inancı da ağır ateş altında. 2005 yılının Şubat ayında Hollanda`da başkent Amsterdam yakınlarındaki Hoofddorp kasabasında bulunan Al-Rahman Camii bir camii, namaza çağrıyı minareden ezan yerine ışıkla yapma kararı aldı. Ezan okunması gerekirken örneğin öğle namazında camide ışık yanacak, Müslümanlar da ışığa bakıp gidip namaz kılacaklar! Ve bu gelişme, hiçbir muhafazakâr çevrede tartışma konusu yapılmadı.

18 Mart 2005 Cuma günü, Virginia Universitesi`nden bayan Prof. Amina Vadud, New York`ta yaklaşık 100 kişilik "cemaate" Cuma namazı kıldırdı. Gösteriyi örgütleyen Wall Street Journal yazarı, Asra Q. Numani. Ve bu gösteri, dünyada belki de en çok Türkiye`de tartışma konusu yapıldı. Numani, "En büyük hayalinin Sultanahmet Camii`nde namaz kıldırmak olduğunu" açıkladı.

Ve son 10 yıldır her kurban bayramında yürütülen psikolojik harekât sonucu, neredeyse kurban kesmek yerine "marketten tavuk alın" demeye varan değerlendirmeler...İslâm sadece bir inanç sistemi değil. Türkün kültür yapısının önemli köşe taşı, geleneği, yapının harçlarından biri. Bu ülkede dini, insanların gönlünden çıkarın ertesi gün anladığımız anlamda Türkiye diye bir ülkenin olup olmayacağı şüphelidir. Bu yüzden milletin dini de Batılı merkezler tarafından "Hıristiyanlaştırılıyor." "Evanjelist İslâmı" yaratılıyor. Bu yüzden Soros`un fonladığı TESEV, "Şehitlik, gazilik kavramı kalksın" diye raporlar hazırlıyor.

Türkiye`deki hakim yönetimin entegre olmaya çalıştığı "sistem"in doğal sonuçları böyle. Ulus ve bağımsız devlet olarak, direnç unsuru olabilecek her alan, kurum büyük dönüşümün tehdidi altında.

Bütün bunları yaşadıktan sonra insanların nüfus cüzdanında din hanesinde ne yazdığı aslında önemini yitiriyor. İşte siz Hıristiyanlaştınız! Batılılaştınız. Gönlü, beyni bu topraklardan kopmuş insanlar ve sayıları hızla artıyor.

Yarın öbürgün bu ülke bir sel, deprem, içsavaş ya da bir açık savaş tehlikesiyle karşı karşıya kalırsa, seferberlik ilan edeceğiniz insan malzemeniz, hızla anılan hale gelmektedir.

Kuşkusuz ille de bir felaketle karşı karşıya kalmak gerekmez. Soru şudur: Türkiye, merkezi, bağımsız, güçlü bir ulus-devlet mi olacak, yoksa beyliklere mi bölünecek?

Bu topraklarda millet mi olacak, yoksa dinlere, cemaatlere, mezheplere, tarikatlara, emperyalist strateji gereği "alt kimliklere" bölünmüş bir yığın mı olacak?

KAYNAKLAR
Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, Cilt: 1, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 7. Basım.
Dr. Hidayet M. Vahapoğlu, Osmanlıdan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul, 1997.
Prof. Abdurrahman Küçük, "Türk Kültürünü Yok Etmek İstiyorlar", Yeniçağ, 24 Ağustos 2004.
Necdet Sevinç, Osmanlıdan Günümüze Misyoner Faaliyetleri, Milenyum Yayınları, 3. Basım: Şubat 2002.
Yrd. Doç. Dr. Şerife Yorulmaz, "Osmanlı-Fransız İlişkileri Çerçevesinde Osmanlı Toprakların- da Açılan Fransız Kültür Kurumları ve Bunların Meşruiyet Kazanması", Ankara Üniversitesi Osmanlı Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi OTAM, Ankara 2000, sayı: 11, Ankara Üniv. Basımevi.
Atilâ İlhan, Batı`nın Deli Gömleği, Bilgi Yayınevi, 2. basım: 1995.
Levon Panos Dabağyan, Türkiye Ermenileri Tarihi, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Birinci Basım: Ağustos 2003
Prof. Dr. Fahir Armaoğlu, Belgelerle Türk-Amerikan Münasebetleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Birinci Basım: 1991, Ankara.
Dr. Uygur Kocabaşoğlu, Kendi Belgeleriyle Anadolu`daki Amerika, Arba Yayınları, Birinci Basım: 1989
İlber Ortaylı, Osmanlı İmparatorluğunda Alman Nüfuzu, Kaynak Yayınları, Birinci Basım: Mart 1983.
Bilâl N. Şimşir, Dış Basında Laik Cumhuriyetin Doğuşu, Bilgi Yayınevi, Ankara 1999.
Nurdan Şafak, Osmanlı-Amerikan İlişkileri, Osmanlı Araştırmaları Vakfı Yayınları, Birinci Basım: Mart 2003.
Uğur Yıldırım, Dünden Bugüne Patrikhane, Kaynak Yayınları, İkinci Basım: Temmuz 2004
Attilâ İlhan, Cumhuriyet, 22 ve 24 Mart 2000.
Erdal Açıkses, Amerikalıların Harput`taki Misyonerlik Faaliyetleri, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 1.Basım 2003, Ankara.
Atatürk`ün Bütün Eserleri , Cilt: 1-2-3-4-5-6-7-8-9-10-11-12-13, Kaynak Yayınları.
Pontus Meselesi, Yayına Hazırlayan: Dr. Yılmaz Kurt, TBMM Basımevi, Ankara, 1995.
Nuri Yazıcı, Millî Mücadelede Canik Sancağı`nda Pontosçu Faaliyetler, Çizgi Kitabevi, İkinci Basım: Mart 2003, Konya.
Ali Saip Ursavaş, Kilikya Dramı ve Urfa`nın Kurtuluş Savaşları, Çeviren: Korgeneral (E) Hüseyin Işık, Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı Yayınları, Genelkurmay Basımevi, Ankara, 2000.
Joseph C. Grew, Amerika`nın İlk Türkiye Büyükelçisi`nin Anıları, Yeni Türkiye, Türkçesi: Dr. Mustafa Kadri Orağlı, Multilingual Yayınları, İstanbul, 1999.
Ali Rıza Bayzan, Küresel Vaftiz, IQ Kültür-Sanat Yayıncılık, Birinci Basım: Mayıs 2004.
Haydar Tunçkanat, İkili Anlaşmaların İçyüzü, Kaynak Yayınları, Üçüncü Basım: Mayıs 2001.
Oktay Sinanoğlu, Bye-Bye Türkçe, Otopsi Yayınları, Birinci Basım: Temmuz 2000.
Müslim Özbalkan, Gizli Belgelerle Barış Gönüllüleri, Ant Yayınları, Birinci Basım: Şubat 1970.
M. Emin Değer, Oltadaki Balık Türkiye, Otopsi Yayınları, 7. Basım: 2004.
David Wise-B. Ross, Görünmeyen Hükümet CIA, Çeviren: Alaattin Bilgi, Onur Yayınları, İkinci Basım: Haziran 1976.
Bayram Küçükoğlu, Türk Dünyasında Misyoner Faaliyetleri, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, Birinci Basım: Aralık 2003.
M. Numan Malkoç, İstanbul`da Protestan Kiliseler, Kaya Basım Yayın Dağıtım Ltd. Şti., Birinci Basım: İstanbul-1999.
Uğur Mumcu, Kürt-İslam Ayaklanması, Tekin Yayınevi, 12. Basım, 1994.
Philip AGEE, "CİA Günlüğü", E Yayınları, Türkçesi: Mine Üner, cilt:l, Birinci Baskı: Eylül 1975.
Uğur Yıldırım, Türkiye`de Misyonerlik, Otopsi Yayınları, 1. Basım: Ocak 2005.
Mesaj30.09.2008, 17:28 (UTC)    
Mesaj konusu:

ask-nett yazmış:
Tamam Haklısın Ama Moderator Nedemış Konu Yanlış Yere Acılmıs DIyor " Serbest Bölgeye " Ac Dıyor ?
_____________________________________________________________
WwW.Ask-Nett.Tr.GG Bedava-Sitem Kullanıcılarının Bayramlarını Kutlar


Kardeş yanlışın var ben moderatör değilim. Wink
______________
Mesaj30.09.2008, 17:49 (UTC)    
Mesaj konusu:

Merhaba,
ilk mesajda cevap verilmiş
konu amacından sapmıstır Wink
iyi eğlenceler Wink
Önceki mesajları göster:   


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Türkçe Çeviri: phpBB Türkiye & Erdem Çorapçıoğlu