Forum'da ara:
Ara



HANGİ DÜÜNCEYE SAHİPSİN
KEMALİST
  100%
[ 1 ]
FAŞİST
  0%
[ 0 ]
SOSYALİST
  0%
[ 0 ]
LİBERALİST
  0%
[ 0 ]
EMPERYALİST
  0%
[ 0 ]
Toplam Oylar : 1

Yazar Mesaj
Mesaj02.12.2009, 00:25 (UTC)    
Mesaj konusu: KEMALİSLERİN BİLGİ PLATFORMU

Türkiyede, iki bardak rakı içenlerin, “ bu memleket nasıl kurtulur” söyleşisi yaptığı söylenir. Bu sözde belli bir gerçeklik payı vardır. Türkiyenin sorunları büyük, kökenleri eski olduğundan aydınlarımız her dönemde bu sorunları kendilerine dert etmişler, fikirlerini dostlarıyla çeşitli ortamlarda paylaşmışlardır.Tatlı söyleşilerin yapıldığı en uygun ortamlardan biri de sofralardır.
Konumuza böyle bir örnekle girelim;
1908 Yılında M.Kemal, T.Rüştü Aras, Nuri Conker, Salih Bozok, Selanik’in Olimpia Birahanesinde söyleşiyorlar. Bir ara M.Kemal, T.Rüştü Aras’ı dışişleri bakanı yaparak dış siyaseti düzelteceğini,Salih Bozok’u yanından ayırmayacağını, Nuri Conker’i de vali ve komutan yapacağını söyler.
Nuri Conker:
“Sen ne olacaksın ki bize birtakım görevler dağıtıyorsun ?” deyince, yanıt verir:
“Bu görevleri veren ne oluyorsa, işte ben, o olacağım.”
Yine 1908 yılındayız. M. Kemal, Bulgar Türkoloğu Manolof’a şunları söyler:
“.Düşündüklerim,demogoji ürünü değildir. Saltanat yıkılmalıdır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı, kadın ve erkek arasındaki ayrımlar silinerek batı uygarlığına aktarılmalıyız. Latin kökenli bir alfabe seçilmeli, kılık kıyafetimize kadar her şeyimizle batılılara uymalıyız.Yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır.”
1918’de Karlsbad’da yazdığı anılarda, kendisinin yetkili olması durumunda gerekenleri daha kesin ve daha net olarak yapacağını belirtir. Orada kendisini ziyaret eden Cemal Paşanın eşine de yapılması gerekenleri (Manolof’a söylediklerini) yineler.
1919 Yılının bir temmuz gününde yaveri Mazhar Müfit’e ilerde neler yapılacağını yazdırır.
Bunlar gibi birçok anı var. Bu anıların sahipleri, bir gün bu söylenenlerin olabileceğine hiç inanmamışlardı. M. Kemal dışında hiç kimse, ne “tam bağımsızlık” düşüncesini, ne “Kemalist Devrim”i düşündüler. Hareketin, Anadoluda yeni bir Türk Cumhuriyeti kurmaya kadar gidebileceğini düşünseler Anadoluya adım atmazlardı.
Bunları, yalnız M.Kemal düşünebiliyordu.
1922 yılında :”Türkiyenin bugünkü savaşı yalnız kendi adına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk biterdi. Türkiyenin savunduğu dâva, tüm ezilmiş ulusların, tüm doğunun davasıdır” diyerek Kurtuluş Savaşımızın dünyadaki önemini vurguluyor,soruna gerçek tanıyı koyuyordu. Ve daha sonra “..bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, bütün doğu uluslarının da uyanışını öyle görüyorum” diyerek gelecekte olacakları da söylüyordu.
1930 yılında Asaf İlbay, T.Rüştü Aras ve Nuri Conker’e , bir Balkan birliği kurulması gerektiğini, bunun etkisiyle bir Avrupa birliğine gidilebileceğini, Avrupa Birliğinin insanlığı görünür-görünmez birçok yıkımdan koruyabileceğini anlatmıştı.Atatürk, bu umutla 1934 yılında Balkan Antantını gerçekleştirdi. Fakat, Avrupada yeni bir hesaplaşma başlayacak, 2.Dünya savaşı her şeyi altüst edecektir.
Bütün bu örnekleri M. Kemal’in içinde yaşadığı toplumdan,hatta dünyadaki çağdaşlarından ne kadar önde olduğunu anlatabilmek için verdik.
Savaş alanalarındaki ve devlet yönetimindeki inanilmaz başarılarından söz etmeye gerek bile yok...
Peki, böyle bir devrimci özel yaşamında mutlu mudur? Dostları var mdır ? Sevinçlerini ve üzüntülerini kimlerle paylaşır.? “Sorumluluk yükü ölümden ağır” diyen bir insan nasıl dinlenir? Nasıl eğlenir? Gerilimleriyle nasıl baş eder? Bu tempoya nasıl dayanabilir? Rahat bir uyku çekme olasılığı var mıdır ?
Magazine kaçmadan konuyu biraz daha irdeleyelim:

Türkiyede, iki bardak rakı içenlerin, “ bu memleket nasıl kurtulur” söyleşisi yaptığı söylenir. Bu sözde belli bir gerçeklik payı vardır. Türkiyenin sorunları büyük, kökenleri eski olduğundan aydınlarımız her dönemde bu sorunları kendilerine dert etmişler, fikirlerini dostlarıyla çeşitli ortamlarda paylaşmışlardır.Tatlı söyleşilerin yapıldığı en uygun ortamlardan biri de sofralardır.
Konumuza böyle bir örnekle girelim;
1908 Yılında M.Kemal, T.Rüştü Aras, Nuri Conker, Salih Bozok, Selanik’in Olimpia Birahanesinde söyleşiyorlar. Bir ara M.Kemal, T.Rüştü Aras’ı dışişleri bakanı yaparak dış siyaseti düzelteceğini,Salih Bozok’u yanından ayırmayacağını, Nuri Conker’i de vali ve komutan yapacağını söyler.
Nuri Conker:
“Sen ne olacaksın ki bize birtakım görevler dağıtıyorsun ?” deyince, yanıt verir:
“Bu görevleri veren ne oluyorsa, işte ben, o olacağım.”
Yine 1908 yılındayız. M. Kemal, Bulgar Türkoloğu Manolof’a şunları söyler:
“.Düşündüklerim,demogoji ürünü değildir. Saltanat yıkılmalıdır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı, kadın ve erkek arasındaki ayrımlar silinerek batı uygarlığına aktarılmalıyız. Latin kökenli bir alfabe seçilmeli, kılık kıyafetimize kadar her şeyimizle batılılara uymalıyız.Yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır.”
1918’de Karlsbad’da yazdığı anılarda, kendisinin yetkili olması durumunda gerekenleri daha kesin ve daha net olarak yapacağını belirtir. Orada kendisini ziyaret eden Cemal Paşanın eşine de yapılması gerekenleri (Manolof’a söylediklerini) yineler.
1919 Yılının bir temmuz gününde yaveri Mazhar Müfit’e ilerde neler yapılacağını yazdırır.
Bunlar gibi birçok anı var. Bu anıların sahipleri, bir gün bu söylenenlerin olabileceğine hiç inanmamışlardı. M. Kemal dışında hiç kimse, ne “tam bağımsızlık” düşüncesini, ne “Kemalist Devrim”i düşündüler. Hareketin, Anadoluda yeni bir Türk Cumhuriyeti kurmaya kadar gidebileceğini düşünseler Anadoluya adım atmazlardı.
Bunları, yalnız M.Kemal düşünebiliyordu.
1922 yılında :”Türkiyenin bugünkü savaşı yalnız kendi adına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk biterdi. Türkiyenin savunduğu dâva, tüm ezilmiş ulusların, tüm doğunun davasıdır” diyerek Kurtuluş Savaşımızın dünyadaki önemini vurguluyor,soruna gerçek tanıyı koyuyordu. Ve daha sonra “..bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, bütün doğu uluslarının da uyanışını öyle görüyorum” diyerek gelecekte olacakları da söylüyordu.
1930 yılında Asaf İlbay, T.Rüştü Aras ve Nuri Conker’e , bir Balkan birliği kurulması gerektiğini, bunun etkisiyle bir Avrupa birliğine gidilebileceğini, Avrupa Birliğinin insanlığı görünür-görünmez birçok yıkımdan koruyabileceğini anlatmıştı.Atatürk, bu umutla 1934 yılında Balkan Antantını gerçekleştirdi. Fakat, Avrupada yeni bir hesaplaşma başlayacak, 2.Dünya savaşı her şeyi altüst edecektir.
Bütün bu örnekleri M. Kemal’in içinde yaşadığı toplumdan,hatta dünyadaki çağdaşlarından ne kadar önde olduğunu anlatabilmek için verdik.
Savaş alanalarındaki ve devlet yönetimindeki inanilmaz başarılarından söz etmeye gerek bile yok...
Peki, böyle bir devrimci özel yaşamında mutlu mudur? Dostları var mdır ? Sevinçlerini ve üzüntülerini kimlerle paylaşır.? “Sorumluluk yükü ölümden ağır” diyen bir insan nasıl dinlenir? Nasıl eğlenir? Gerilimleriyle nasıl baş eder? Bu tempoya nasıl dayanabilir? Rahat bir uyku çekme olasılığı var mıdır ?
Magazine kaçmadan konuyu biraz daha irdeleyelim:
Türkiyede, iki bardak rakı içenlerin, “ bu memleket nasıl kurtulur” söyleşisi yaptığı söylenir. Bu sözde belli bir gerçeklik payı vardır. Türkiyenin sorunları büyük, kökenleri eski olduğundan aydınlarımız her dönemde bu sorunları kendilerine dert etmişler, fikirlerini dostlarıyla çeşitli ortamlarda paylaşmışlardır.Tatlı söyleşilerin yapıldığı en uygun ortamlardan biri de sofralardır.
Konumuza böyle bir örnekle girelim;
1908 Yılında M.Kemal, T.Rüştü Aras, Nuri Conker, Salih Bozok, Selanik’in Olimpia Birahanesinde söyleşiyorlar. Bir ara M.Kemal, T.Rüştü Aras’ı dışişleri bakanı yaparak dış siyaseti düzelteceğini,Salih Bozok’u yanından ayırmayacağını, Nuri Conker’i de vali ve komutan yapacağını söyler.
Nuri Conker:
“Sen ne olacaksın ki bize birtakım görevler dağıtıyorsun ?” deyince, yanıt verir:
“Bu görevleri veren ne oluyorsa, işte ben, o olacağım.”
Yine 1908 yılındayız. M. Kemal, Bulgar Türkoloğu Manolof’a şunları söyler:
“.Düşündüklerim,demogoji ürünü değildir. Saltanat yıkılmalıdır. Din ve devlet işleri birbirinden ayrılmalı, kadın ve erkek arasındaki ayrımlar silinerek batı uygarlığına aktarılmalıyız. Latin kökenli bir alfabe seçilmeli, kılık kıyafetimize kadar her şeyimizle batılılara uymalıyız.Yeni bir sosyal düzen kurmalıyız. Emin olunuz ki, bunların hepsi bir gün olacaktır.”
1918’de Karlsbad’da yazdığı anılarda, kendisinin yetkili olması durumunda gerekenleri daha kesin ve daha net olarak yapacağını belirtir. Orada kendisini ziyaret eden Cemal Paşanın eşine de yapılması gerekenleri (Manolof’a söylediklerini) yineler.
1919 Yılının bir temmuz gününde yaveri Mazhar Müfit’e ilerde neler yapılacağını yazdırır.
Bunlar gibi birçok anı var. Bu anıların sahipleri, bir gün bu söylenenlerin olabileceğine hiç inanmamışlardı. M. Kemal dışında hiç kimse, ne “tam bağımsızlık” düşüncesini, ne “Kemalist Devrim”i düşündüler. Hareketin, Anadoluda yeni bir Türk Cumhuriyeti kurmaya kadar gidebileceğini düşünseler Anadoluya adım atmazlardı.
Bunları, yalnız M.Kemal düşünebiliyordu.
1922 yılında :”Türkiyenin bugünkü savaşı yalnız kendi adına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk biterdi. Türkiyenin savunduğu dâva, tüm ezilmiş ulusların, tüm doğunun davasıdır” diyerek Kurtuluş Savaşımızın dünyadaki önemini vurguluyor,soruna gerçek tanıyı koyuyordu. Ve daha sonra “..bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, bütün doğu uluslarının da uyanışını öyle görüyorum” diyerek gelecekte olacakları da söylüyordu.
1930 yılında Asaf İlbay, T.Rüştü Aras ve Nuri Conker’e , bir Balkan birliği kurulması gerektiğini, bunun etkisiyle bir Avrupa birliğine gidilebileceğini, Avrupa Birliğinin insanlığı görünür-görünmez birçok yıkımdan koruyabileceğini anlatmıştı.Atatürk, bu umutla 1934 yılında Balkan Antantını gerçekleştirdi. Fakat, Avrupada yeni bir hesaplaşma başlayacak, 2.Dünya savaşı her şeyi altüst edecektir.
Bütün bu örnekleri M. Kemal’in içinde yaşadığı toplumdan,hatta dünyadaki çağdaşlarından ne kadar önde olduğunu anlatabilmek için verdik.
Savaş alanalarındaki ve devlet yönetimindeki inanilmaz başarılarından söz etmeye gerek bile yok...
Peki, böyle bir devrimci özel yaşamında mutlu mudur? Dostları var mdır ? Sevinçlerini ve üzüntülerini kimlerle paylaşır.? “Sorumluluk yükü ölümden ağır” diyen bir insan nasıl dinlenir? Nasıl eğlenir? Gerilimleriyle nasıl baş eder? Bu tempoya nasıl dayanabilir? Rahat bir uyku çekme olasılığı var mıdır ?
Magazine kaçmadan konuyu biraz daha irdeleyelim:
ARKADAŞLARI
Çeşitli dönemlerde M. Kemal’in yanında görülen birçok kişi vardır. Ama , gerçek anlamda dost olanlar çok azdır.
Onun en yakınında görülen İsmet Paşa, Şişli’deki evde Anadolu’ya geçiş planları yapılırken kararsız kalmıştır.Yerine refet Bey, 3. kolodu komutanı olarak Anadolu’ya geçmştir. 14 yıl boyunca Atatürkün en güvendiği insan olarak başbakanlık yapmış, sonunda aralarında sorunlar çıkmıştır.Aralarında her zaman yarı resmi bir ilişki vardır. Atatürk’ün sofrasına,Yaku Kadri, Falih Rıfkı, Ruşen Eşref, Yunus Nadi gibi çağrılınca katılırdı.M. Kemal, onu gördüğü zaman “hükümet geldi” diyerek ayağa kalkar, gereken saygıyı gösterirdi.
Şişli’deki evde anlaştıkları Kazım karabekir’le de Cumhuriyetin ilanından sonra araları giderek artan bir şekilde açılmıştır.M.Kemal 1924 yılında Karabekir ve arkadaşlarının kurduğu İlerlemeci Parti (Terakkiperver Fırka) için “cumhuriyeti doğduğu gün boğmak isteyenlerin kurduğu parti..” demektedir.Daha sonraları Kazım karabekir, M. Kemalin amansız bir karşıtı olacaktır.
Şişli’deki evde ve İstanbul’un çoğu yerinde M.Kemalle bir araya gelen Rauf Bey, Balkan Savaşında Hamidiye gemisinin komutanıdır. Kısa bir süre Bahriye (denizcilik) bakanlığı yapmıştır. Mondros Ateşkes’ini imzalayan Osmanlı delegelerinin başkanıydı. İngilizlerin anlaşma koşullarına uymaması onu çok üzmüştü.Bu yüzden M. Kemalin arkasından Anadoluya geçerek, Amasya’da buluşmuşlardı. Cumhuriyetin kurulması, halifeliğin kaldırılması onu da M. Kemal’in ünlü bir karşıtı yaptı.Terakkiperver Partiye katıldı.
Fevzi Çakmak, hiçbir zaman M.Kemal’in dostu olmadı. Kuvayı milliyeye karşıydı. Öğüt kurullarında Sivas’a kadar gelerek, kurtuluş savaşından vazgeçlmesi için elinden geleni yaptı. Osmanlı Savunma (harbiye) bakanı iken odasına kadar giren ingilizlerin baskısını görünce gerçeği anladı. Anadolu’ya geçerken Geyve’de Ali Fuat Paşa karşıladı. M.Kemal, “geldiği yere gönderin” dediyse de Ali Fuat Paşanın ısrarıyla Ankaraya gelmesine onay verdi. Kurtuluş savaşının örgütlenmesi ve planlanmasında yararlı oldu. Başkomutanlık Savaşından sonra M.Kemal’in önerisiyle mareşallik rütbesi verildi. 21 yıl boyunca genelkurmay başkanlığı yaptı. Resmi görevini sorumlulukla ve yansızlıkla yerine getirdi. M. Kemal’in onunla ilişkileri hep resmi düzeyde kaldı.1948 yılında dinci söylemleri öne çıkaran Millet Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı.
Refet Paşa,Amasya Bildirisini isteksizce imzalamıştı. Sivas Kongresinde mandacılığı savundu.Kurnazdı. Demirci Mehmet Efe’yi tasfiye etti. Çerkes Ethem’in kuvvetlerinin dağıldığını görünce süvarilerini çatışmaya sokarak kendine pay çıkartmıştır. Terakkiperver Partiye katılarak M. Kemal’e karşıtlığını açıkça ortaya koymuştur.
Ali Fuat Cebesoy, harbokulundaki en yakın sınıf arakadaşıdır. Şişli’deki evin de süreklisidir.O da refet bey gibi kolordu komutanı olarak Anadolu’ya geçti. Refet Bey’le birlikte İstanbul hükümeti tarafından M. Kemal yanlısı olduğu için görevine son verildi.Batı cephesinde milisleri örgütledi. Çerkes Ethem’e hoşgörülü davrandı.Gediz’ deki Yunanlılara karşı yaptırdığı onaysız oldubitti saldırısı başarısız oldu. Bunun üzerine Moskova Büyükelçiliğine atandı.Terakkiperver Partiye girerek M. Kemal’e muhalefet etti. M. Kemal’e suikast davasında yargılanarak aklandı. Milletvekilliği ve bakanlık yaptı. Dp’ye katıldı.
M. Kemal’in önceden yakınlık duyduğu Ayıcı Arif, Cavit Bey ve Rüştü Paşa suikastten sorumlu olduklarından asıldılar.
Görülüyor ki bir dönemde arkadaş olanlar sonraları birbirlerine düşman olmuşlardır. Ünlü sözle, devrim kendi çocuklarını yemiştir. M. Kemal’in hoşgörüsü ve demokratça tavırları yeterli olmamış, karşıtları onu altetmek için suikasta varan çeşitli düzenlere girmişlerdir. M. Kemal yalnız da kalsa devrim yolunda yürümeyi sürdürmüş,yürüdükçe de büyümüştür.
Karşıtlarına karşı da asla acımasız olmamıştır. Ama, devrime karşı gelenlere de ödün vermemiştir.Kurtuluş savaşında ihanetleri belgelenen 150 kişiyi bile yok etmeyi düşünmemiş, yurt dışına sürdürmüştür. Aradan yıllar geçtikten sonra ise yurda dönüşlerini sağlayan yasanın çıkartılmasını sağlamıştır.
Akşam yemeklerine çok sık çağırdığı kişiler yakın dostları sayılırdı. Onlar da kendisine zaman zaman karşı çıkmışlar, onu anlayamamışlardır. Bu kişilerden biri olan Yunus Nadi, Serbest Fırkayı desteklemesi durumunda M.Kemal’in vatana ihanetle suçlanabileceğini yazmıştır. Bu yazı, onun M. Kemal’i yeteri kadar tanıyamadığının kanıtıdır.
Devrim coşkusuyla atılımlar yapılırken Atatürk,biliyordu ki yakınında bulunan birçok insanın kafası eskiydi. En küçük bir fırsatta karşıdevrimin emrine girebilirlerdi. Şu sözler onundur:
“Şimdi şuna emin olmalısınız ki bugün başına şapka giymiş,sakalını, bıyığını tıraş eden, smokin ve frakla cemiyet hayatında yer alanların çoğunun kalarının içindeki zihniyet, sarıklı ve sakallıdır..”
Bu sözler, 1927 yılında Türkocağında söylendi. 1930 yılında Serbest Cumhuriyet Fırkası kuruldu. En yakınında olanlardan bir kısmı o partiye geçti. Serbest Fırka kısa sürede karşıdevrimcilerin siyasi gücü durumuna geldi, kapatıldı. M.Kemalin sözlerini tarih doğrulamıştı.
O, bunları bildiği için yalnızdı.
M. Kemal’in her zaman güvendiği dostları da olmuştu. Selanik’te onunla, “ne olacak
bu memleketin hali” söyleşisini yapan Salih Bozok ve Nuri Conker, her zaman onun yanındadırlar.Bir başka yaveri Cevat Abbas ve Sivas’a kadar gelerek ondan görev isteyen,ciddi olduğunu kanıtlamak için kızgın lamba camını tutarak elini yakan Kılıç Ali de çoğunlukla yanındadırlar. Bunlar, bellerinde silahlarıyla,Çankaya akşam yemeklerinde bile bir disiplin içerisinde Atatürk’ün korumaları gibiydiler. Pek fazla içmezler, onun emrini beklerlerdi.Bu yemeklerde konuşulanlar da yıllarca önce olduğu gibi yine ülke sorunlarıydı. Bir farkla ki, Mustafa Kemal şimdi istediği yerdeydi.Bu yemeklerde söyleşilir, siyasi ve bilimsel konuşmalar yapılırdı. Gelişigüzel konular değil, yapılacak işler tartışılırdı.

BÜYÜK İNSANLAR YALNIZDIR
Nietsche,üstün insanı,”batarken bile başka dünyaların sırtında doğan güneş” olarak tanımlıyor.
Atatürk aradan geçen onca yıla karşın bir güneş gibi parlamaktadır.
Bütün üstün insanlar, büyük devrimciler yalnız insanlardır. Onların yalnızlığı, yeryüzü doruklarının yalnızlığı gibidir. Hem yeryüzüne hakimdirler, hem de yeryüzü adına atmosferle, gökyüzüyle en büyük savaşımı onlar verirler. En çok onlar aşınırlar.
Toplumlarının doruğunda yaşayan büyük insanlar, çevrelerinde, çıkarcıların, soytarıların, ajanların oluşmasına izin vermezler. Onlar için idealleri önemlidir. İdeallerini büyüterek yollarına devam ederler. Geleceği görür ve yeniden şekillendirirler. Engelleri kaldırır,direnişleri kırar, toplumu sürükleyip götürürler.
Mitolojideki Zeus gibi, doruklarda yaşayıp, doruklarda kalmak zorundadırlar.
Toplumun en önünde oldukları için yalnızdırlar.
Yalnızlık onlara yakışır. Çünkü, yalnız olmasalar büyük adam değil, sıradan bir adam olurlar.
Atatürk de yalnız bir devrimciydi. Bu yalnızlığını ulusuna olan sevgisiyle aştı. 1936 yılında ABD’ li gazeteci “mutlu musunuz” diye sorduğunda, şu yanıtı verdi :
“-Mutluyum...Çünkü başardım..!”
[/b]
Önceki mesajları göster:   


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Türkçe Çeviri: phpBB Türkiye & Erdem Çorapçıoğlu