Forum'da ara:
Ara


Yazar Mesaj
Mesaj09.09.2009, 10:59 (UTC)    
Mesaj konusu:

barisdiyari yazmış:


Osman Efendi

Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır.
İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder.
Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir,
gider. Lakin Osman Efendinin baş ağrısı artarak sürer.
Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya baslar.
Başka doktorlar çağrılır… Osman Efendi Uşak’ın ileri
gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder.
Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de
bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri
uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul’a götürmeye karar verirler.
İstanbul’da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin
tomografileri çekilir, testler yapılır… Görünüşe bakılırsa
Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan
baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir.
Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da
apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre
moda, Zurih’e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca
profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır.
Sonuç:
Osman Efendiye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman
Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp “dinlenmesi”, daha doğrusu son günlerini -evinde-
geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. “Kader”
denilir, Uşak’a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır
ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar.
Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi
Berber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş
ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler.
Berber Mehmet bir an düşünür. “Beyim?” der, “Sakın sizin burnunuzda kıl
dönmüş olmasın” Bir bakar, “Hah işte der. “Kıl dönmüş.” Osman Efendinin
şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı
çeker. Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya
koşar. Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın
ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir.
Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar
koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman
Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması
geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp
gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o
zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına
gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet’i çağırtır
ve ona bir servet bağışlar.



BU YAZIDAN ÇIKARTILACAK SONUÇLAR :
1. Vergiden turizme, sosyal güvenlikten adalet reformuna kadar Berber Mehmet efendilerin fikirleri var, dinlemek gerek.
2. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur.
3. Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir.
______________
Ve sonunda 3.Yıl Etkinlikleri 2 Ay öncesinden büyük bir yarışmayla başladı...


Ayrıntılı bilgi : http://byqraphix.tr.gg/3-.-Y%26%23305%3Bl-Etkinlikleri.htm
Mesaj09.09.2009, 10:59 (UTC)    
Mesaj konusu:

Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Akşam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe basında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı.Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki. İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti.
Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titresen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı. Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar.
Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir
TEBESSÜMSÜN sonucuydu.
______________
Ve sonunda 3.Yıl Etkinlikleri 2 Ay öncesinden büyük bir yarışmayla başladı...


Ayrıntılı bilgi : http://byqraphix.tr.gg/3-.-Y%26%23305%3Bl-Etkinlikleri.htm
Mesaj09.09.2009, 10:59 (UTC)    
Mesaj konusu:

Acele Karar Vermeyin ( Yazar: Lao Tzu)
Köyün birinde bir yaşlı adam varmış. Çok fakirmiş ama Kral bile onu kıskanırmış...Öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki, Kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.. "Bu at, bir at değil benim için; bir dost, insan dostunu satar mı" dermiş hep. Bir sabah kalkmışlar ki,at yok. Köylü ihtiyarın başına toplanmış: "Seni ihtiyar bunak, bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi.Krala satsaydın, ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın.Şimdi ne paran var, ne de atın" demişler...İhtiyar: "Karar vermek için acele etmeyin" demiş."Sadece at kayıp" deyin, "Çünkü gerçek bu.Ondan ötesi sizin yorumunuz ve verdiğiniz karar.Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı? Bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç.Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez." Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.Aradan 15 gün geçmeden at, bir gece ansızın dönmüş...Meğer çalınmamış, dağlara gitmiş kendi kendine.Dönerken de, vadideki 12 vahşi atı peşine takıp getirmiş.Bunu gören köylüler toplanıp ithiyardan özür dilemişler."Babalık" demişler, "Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değil adeta bir devlet kuşu oldu senin için, şimdi bir at sürün var.." "Karar vermek için gene acele ediyorsunuz" demiş ihtiyar. "Sadece atın geri döndüğünü söyleyin.Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç.Birinci cümlenin birinci kelimesini okur okumaz kitap hakkında nasıl fikir yürütebilirsiniz?" Köylüler bu defa açıkçn ihtiyarla dalga geçmemişler ama içlerinden "Bu herif sahiden gerzek" diye geçirmişler...Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeyeçalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatakta kalacakmış. Köylüler gene gelmişler ihtiyara."Bir kez daha haklı çıktın" demişler. "Bu atlar yüzünden tek oğlun, bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok.Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın" demişler. İhtiyar "Siz erken karar verme hastalığına tutulmuşsunuz" diye cevap vermiş."O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı.Gerçek bu. Ötesi sizin verdiğiniz karar. Ama acaba ne kadar doğru. Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez." Birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya da esir düşeceğini herkes biliyormuş. Köylüler, gene ihtiyara gelmişler... "Gene haklı olduğun kanıtlandı" demişler. "Oğlunun bacağı kırık ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler, belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer..." "Siz erken karar vermeye devam edin" demiş, ihtiyar. "Oysa ne olacağını kimseler bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde... Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu sadece Allah biliyor."
Lao Tzu, öyküsünü şu nasihatla tamamlamış:
"Acele karar vermeyin.Hayatın küçük bir dilimine bakıp tamamı hakkında karar vermekten kaçının. Karar; aklın durması halidir.Karar verdiniz mi, akıl düşünmeyi, dolayısı ile gelişmeyi durdurur.Buna rağmen akıl,insanı daima karara zorlar. Çünkü gelişme halinde olmak tehlikelidir ve insanı huzursuz yapar.Oysa gezi asla sona ermez. Bir yol biterken yenisi başlar.Bir kapı kapanırken, başkası açılır.Bir hedefe ulaşırsınız ve daha yüksek bir hedefin hemen oracıkta olduğunu görürsünüz."
[/b]
Mesaj09.09.2009, 11:00 (UTC)    
Mesaj konusu:

[i]New York`tan Los Angeles`e giden ucakta cingoz bir avukat ile
sarisin aptal gorunuslu bir hanim yanyana oturuyorlar. Avukat hem
hanimla yakinlasmak hem de hosca vakit gecirmek icin bir oyun teklif
ediyor. Kabul gorunce oyunu anlatiyor: -Size bir soru soracagim,
cevabi bilemezseniz bana 5 dolar vereceksiniz, sonra siz
soracaksiniz bilemezsem ben size 50 dolar verecegim.
Ve ilk soruyu soruyor:
-Ay ile dunya arasindaki uzaklik ne kadardir?
Kadin tek soz soylemeden cantasindan 5 dolar cikarip adama uzatmis.
Soru sorma sirasi sarisina gelmis:
-Tepeye 3 ayakla tirmanip 4 ayakla asagi inen sey nedir?
Adam dakikalarca dusunmus... Yaniti bulamamis...
Cuzdanindan 50 dolar cikarip kadina uzatmis. Kadin parayi kibarca alip cantasina koyarken avukat merakla sormus:
-Cevap ne?
Kadin tek kelime etmeden cantasini acmis ve 5 dolar cikarip adama uzatmis.
[/i]
Mesaj09.09.2009, 11:02 (UTC)    
Mesaj konusu:

Barış Diyarı Yazılara Şekil Ve Renk Ekleme Bence.. Çünkü Çözünürlüğü Düşüyo..Okunulmuyo.. :S
______________
Ve sonunda 3.Yıl Etkinlikleri 2 Ay öncesinden büyük bir yarışmayla başladı...


Ayrıntılı bilgi : http://byqraphix.tr.gg/3-.-Y%26%23305%3Bl-Etkinlikleri.htm
Mesaj09.09.2009, 11:03 (UTC)    
Mesaj konusu:

byqraphix yazmış:
Barış Diyarı Yazılara Şekil Ve Renk Ekleme Bence.. Çünkü Çözünürlüğü Düşüyo..Okunulmuyo.. :S


Oke
Mesaj09.09.2009, 11:06 (UTC)    
Mesaj konusu:

Malumunuz Okullar Açılıyor..Bende Gördüğüm Bi Karikatürü paylaşmak İstedim..

Umarım Beğenirsiniz =)




İyi Çalışmalar..
______________
Ve sonunda 3.Yıl Etkinlikleri 2 Ay öncesinden büyük bir yarışmayla başladı...


Ayrıntılı bilgi : http://byqraphix.tr.gg/3-.-Y%26%23305%3Bl-Etkinlikleri.htm
Mesaj09.09.2009, 11:08 (UTC)    
Mesaj konusu:

Mori Schwartz, hayat dolu bir üniversite profesörü...
1994'te vücudunda bir gariplik hissetmiş. 60'lık vücudu
artık dans derslerini kaldıramayacak kadar bitkinleşmiş.
Doktora gittiğinde yakında öleceği haberini almış: Hastalık
Mori'yi tekerlekli sandalyeye bağlamış. Dersleri bırakmış,
evdeki bakıcının kollarında bebekliğe yeniden dönmüş.
Kucaklanıp kaldırılır, başkası tarafından yıkanır,
poposu pudralanır olmuş. Düşünmüş o zaman:
"Kendimi bırakıp yok olmayı mı bekleyeyim, yoksa kalan
zamanımı en iyi şekilde değerlendireyim mi?" Sonunda
ölümünden utanmamaya ve yaşamla ölüm arasındaki
son köprünün bütün ayrıntılarını anlatmaya karar vermiş.
Hayattaki son dersi, "kendi ölümü" olacakmış.

Önce sevdiklerini toplayıp, onlara bir "canlı cenaze töreni"
düzenlemiş. Bizim ancak ölenlerin ardından yaptığımız
sevgi konuşmalarını hayattayken dinleme ve gönlünce
cevap verme şansını yaratmış. ABC televizyonunun ünlü
haber sunucusu Ted Koppel'ın programına konuk olunca üne
kavuşmuş. Dünyanın dört bir yanından mektup yazan, röportaja
gelen insanlar ona "son yolculuk"u sormaya başlamışlar.
Mori'nin bu sorulara verdiği yanıtlar Türkçede de yayımlandı.
(Mitch Albom, "Öğretmenim Mori'yle Salı Buluşmaları",
Boyner Y. 1997) Birbirinden ilginç o yanıtlardan
benim aklımda kalan ders şu oldu:

"Herkes öleceğini bilir, ama kimse buna inanmak istemez.
Oysa öleceğimize inansak, bazı şeyleri farklı yapardık.
İnsan ölmeyi öğrenince yaşamayı da öğrenmiş oluyor. Budistlerin
yaptığını yap ve her sabah omuzundaki küçük kuşa sor:
- O gün, bugün mü?
Hazır mıyım? Olmak istediğim insan mıyım? Kariyer, iyi maaş,
araba ve ev taksitleri... Hayattan istediğim şey bu mu?"

"Şuraya uzanmış yavaş yavaş ölürken rahatlıkla söyleyebilirim ki,
istediğin kadar güce ya da paraya sahip ol, yaşamı satın alamazsın."
diyor Mori... "- Son bir 24 saatin olsa ne yapmak isterdin?"
sorusuna ise herkesi şaşırtacak kadar sade bir cevap veriyor:

"- Sabah kalkar, jimnastiğimi yapar, ardından çörek ve çayla
kahvaltı eder, yüzmeye giderdim. Sonra arkadaşlarımı evde
güzel bir öğle yemeğine davet eder, onlara ne kadar değer
verdiğimi anlatırdım. Ardından ağaçlıklı bir bahçede yürüyüp
renkleri, kuşları seyreder, doğayı içime çekerdim.
Akşam sevdiklerimle bir restorana gidip yemek yer ve
en güzel kızlarla tükeninceye dek dans ederdim.
Ardından eve gelir mükemmel bir uyku çekerdim."

Sizin bunları yapacak vaktiniz var. Bütün yapmanız gereken
arada bir omuzunuza bir bakış atıp sormak:
"Bugün mü küçük kuş, bugün mü?"
Mesaj12.09.2009, 14:31 (UTC)    
Mesaj konusu:

hepsi süper Smile
______________
arkadaşlar bedava-sitemde boşuna vakit kaybetmeyin...
Mesaj12.09.2009, 14:31 (UTC)    
Mesaj konusu:

cengizhanayaz yazmış:
hepsi süper Smile


eyvallah Very Happy
Mesaj12.09.2009, 14:35 (UTC)    
Mesaj konusu:

cengizhanayaz yazmış:
hepsi süper Smile

Eyvallah
Ben Barisdiyari
Mesaj12.09.2009, 14:37 (UTC)    
Mesaj konusu:

ANNE GERGEDAN İLE KURTLAR

Yavru gergedan erken saatlerde yatağından kalktı. Hemen ellerini, yüzünü yıkadı. Sabah kahvaltısı için masaya oturdu. Annesinin hazırladığı yiyecekleri büyük bir iştahla yedi. Lokmaları iyice çiğnemeden yutmamaya özen gösterdi. Sofradan kalktıktan sonra ellerini, yüzünü sabunla yıkadı; dişlerini de bir güzel fırçaladı. Yavru gergedan daha sonra odasına gitti. Dolabının kapağını açtı. Önlüğünü, pantolonunu, yakasını, çoraplarını, ayakkabılarını ve kemerini aldı. Bunları giyip yakasını da taktıktan sonra dolabından okul çantasını çıkardı. İçindekileri kontrol etmek için çantasının kapağını açarken, şimdi bunun ne lüzumu vardı, diye düşündü. Çantayı ve okul için gerekli malzemeleri alalı bir ay olmuştu. Hemen her gün bir eksiği olup olmadığına bakmamış mıydı sanki. Fakat yine de sırf içi rahat etsin diye çantasını açtı. İşte defterleri, kitapları, kalemi, silgisi, kalemtıraşı..hepsi tamamdı. Bunları yeniden çantasına koydu. Çantasını alarak odasından çıktı. Annesine: “ Anneciğim, ben hazırım “ diye seslendi.

Annesi: “ Aman da tombişime bir bakın, okullu olmuş. Tombişim okuyacak, çok okuyacak gergedan milletine hayırlı bir evlat olacak “ dedi. Daha sonra yavru gergedan annesinin elinden tuttu, birlikte okula gitmek için yola çıktılar. Bugün okullar açılıyordu ve yavru gergedan ilkokul birinci sınıfa başlayacaktı. Sonraki günlerde anne gergedan yavru gergedanı okula götürmeye devam etti. Yavru gergedan kısa zamanda okumayı söktü ve sınıfın en çalışkan öğrencisi oldu. İlk dönem sonunda karnesini alan yavru gergedan notlarının hepsinin pekiyi olduğunu gördü. Yarıyıl tatilinden sonra ikinci dönem başladı.

Bir gün yavru gergedan annesiyle okula giderken, ormanda önlerine on tane kurt çıktı. Kurtların başkanı: “ Anne gergedan, seninle işimiz yok, biz yavrun için geldik. Yavrunu istiyoruz. İster güzellikle, ister zorla, onu alacağız “ dedi.
Bunun üzerine anne gergedan: “ Onu ne yapacaksınız? “ diye sordu.
Kurtların başkanı: “ Ne mi yapacağız? Pöh, sorduğun şeye bak. Tabii ki, yiyeceğiz. Hepimiz çok açız, iki gündür hiç et yemedik. Buraya kadarmış. Yavrundan ayrılmak zorundasın. Onu bize ver. Körpeciktir yavrunun etleri, şimdiden ağzım sulanıyor “ dedi.
“ Hayır, bunu yapamazsınız. Yavrumu benden ayıramazsınız. Buna hakkınız yok. Kimseye zararımız dokunmadı. Ot yiyerek, yaprak yiyerek besleniyoruz. Size ne yaptık biz? Bırakın yavrumu okula götüreyim. Okusun, çok okusun, her şeyi öğrensin. Çok çalışkan bir öğrencidir, karnesinde bütün notları pekiyiydi. “
“ Bana ne bütün notları pekiyiyse, bana ne çalışkansa. Ben karnımın doyduğuna bakarım. Çekil aradan. “
“ Hayır, olmaz. Aradan çekilmem. Yavrumu kimseye elletmem. Defolun gidin başımızdan. “
Kurtların başkanı: “ Anne gergedan söz dinlemiyor. Kurtlarım atılın “ diye bağırdı.
Anne gergedan: “ Korkma yavrum, ben seni korurum. Arkama geç “ dedi.

Anne gergedanın üstüne atılan kurtlar onun sert tepkisiyle karşılaştılar. Kurtların ataklarını burnunun üstündeki uzun boynuzunu savurarak karşılayan anne gergedan aynı zamanda yavrusunun yanına hiçbir kurdu yanaştırmıyordu. Bir ara anne gergedan karşı atağa geçti. Tekme salladı, boynuz savurdu, kurtları geriletti. Kurtlar kaçar gibi yaptılar, fakat tekrar geri döndüler. Bu defa dağınık olarak hücuma geçen kurtlardan biri anne gergedanın sırtına atladı ve onu pek çok defa ısırdı. Aynı anda iki kurt ön ayaklarını ısırıyordu. Kurtların dişleri keskin ve sivriydi ama anne gergedanın derisi çok kalındı. Dişler anne gergedanın etine geçmiyordu. Kurtların ağırlığı onu yoruyordu. Yorulan anne gergedan yere yuvarlandı.

Fırsattan faydalanan kurtların başkanı daha henüz boynuzu çıkmamış, savunmasız yavru gergedanın yumuşak burnuna dişlerini geçirdi. Yavru gergedanın burnundan kan fışkırdı.
“ Kurt amca, ne olur burnumu bırak. Canım çok acıyor. Kurt amca, ölmek istemiyorum. “ Diğer bir kurt da, yavru gergedanın burnuna dişlerini geçirdi.
“ Anne, kurt amcalar burnumu ısırdı. Anne, lütfen yardım et. “

Zalim kurtlar geri geri giderek yavru gergedanı olay yerinden uzaklaştırmaya başladılar. Anne gergedan ayağa kalkmıştı ama yavrusunun yardımına koşacak durumda değildi. Sekiz kurt hırsla vücudunun her yanını ısırıyordu. Onun kalın derisi bile buna dayanamadı ve bazı yerlerinden kan sızmaya başladı. Anne gergedan ikinci defa yere yuvarlanınca kurtlar onu bıraktılar. Anne gergedan gece yarısına kadar ormanda yavrusunu aradı. Zaman geçtikçe zaten az olan umudu giderek azaldı ve yok oldu. Neden böyle olmuştu? Neden kurtlar yavrusunu alıp götürmüşlerdi? Acaba kurtlar yavrusunu öldürüp yemişler miydi? Yerlerdi tabii ki, neden yemesinlerdi? Karşılarına alıp seyredecek halleri yoktu. Kurtlar, acımasız hayvanlardı. Onlara canavar diyenler vardı. Sinsi sinsi sokulurlar aniden paçadan kaparlardı. Nefret yüklüydüler. Gaddardılar. Yalvarsan bile merhamet etmezlerdi. Tek tek değil, sürüyle üstüne gelirlerdi. Sürüyle gezerlerdi. Sürüden bir kurt yaralansa veya hastalansa gözünün yaşına bakmayıp hemen parçalarlardı. Sadece acıkınca kafaları çalışırdı. Karınları doyunca onu-on beşi bir mağaraya girer, leş gibi uzanıp yatarlardı.

Anne gergedan gözyaşları içinde evine döndü ve sabaha kadar ağladı. Güneş doğarken öyle bir duruma gelmişti ki, ağlamaktan göz pınarları kurumuştu. Kapının hızlı çalındığını duydu anne gergedan, sendeleyerek gitti, kapıyı açtı. Gördüğüne inanamadı, işte tombişi karşısındaydı. İlk anda onun nasıl kurtulduğuna akıl erdiremedi, ama kurtulmuştu. Önemli olan buydu. Anne gergedan tombişine sıkı sıkı sarıldı. Tombişin yanında duran öğretmenini nedense fark edemedi. Sonradan olanlar anlaşıldı. Kurtlar tam yavru gergedanı yemek üzereydiler ki, oradan geçmekte olan sınıf öğretmeni yardıma koşmuş ve kurtlarla amansız bir ölüm-kalım savaşına girmişti. Uzun mücadelelerden sonra öğretmen gergedanla baş edemeyeceklerini anlayan kurtlar, çareyi kaçmakta bulmuştu. Zaten yolunun üstüydü. Daha sonraki günlerde öğretmeni de onlarla birlikte okula gider oldu. Artık yavru gergedanın kurtlardan korkusu yoktu, çünkü sağ yanında annesi, sol yanında öğretmeni vardı.


Ben Yazdım Bunu
Mesaj12.09.2009, 14:38 (UTC)    
Mesaj konusu:

Mümkün Olsaydı

Çocuğumu yeniden yetiştirmem mümkün olsaydı: Ona işaret parmağımı kaldırıp yasaklar koymak yerine, parmaklarıyla resim yapmayı öğretirdim. Hatalarını daha az düzeltir, onunla daha cok yakınlık kurmaya çalışırdım. Onu sadece gözlerimle izler, saat kısıtlamaları koymazdım. Daha bilgili olmaya çalışır, daha cok şefkat gösterirdim. Onunla daha çok yürüyüşlere çıkar, uçurtmalar uçururdum. Ona karşı ciddi bir tavır içinde olmak yerine, onunla oyun oynardım. Onunla kırlarda koşar, yıldızları seyrederdim. Onunla daha az çekişir, ona daha çok sarılırdım. Önce benlik saygısı kazanmasını sağlar, sonra bir ev almaya çalışırdım. Ona her zaman katı davranmaz, onu daha çok onaylar ve yüreklendirirdim. Güç konusunda daha az ders verir, sevgi konusunda daha çok şey öğretirdim. - Diane Loomans
Mesaj12.09.2009, 14:39 (UTC)    
Mesaj konusu:

Bir gün Napolyon düşman askerlerinden kaçarken, bir bakkal dükkânına girmiş. Bakkala hemen kendisini saklamasını emretmiş. Bakkal da Napolyonu müsait bir yere saklayıp, biraz sonra gelen düşmanları da :

'Az evvel biri koşarak şu tarafa kaçtı.'

diye savuşturmuş. Nihayet biraz sonra Napolyon'un muhafızları yetişmişler. Bakkal ömründe bir daha karşilaşamayacağı Napolyon'a sormuş:

'Efendim, af buyurun ama merak ettim, ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu?'

Napolyon birden öfkelenmis.

'Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçercesine konuşabiliyorsun?'

diye bağırmış. Hemen askerlerine, Adamcağızı kurşuna dizmelerini emretmiş. Askerler bakkalın gözünü bağlayıp, karşısına dizilmişler. Mermiler namlulara sürülmüş, artık 'ateş' emri verilecek... Adamcağız içinden:

'Ah, ne yaptın sen? Şimdi ölüp gideceksin'

diye düşünürken,arkadan bir el uzanmış, gözündeki bağı açmış. Karşısında Napolyon, tek cümleyle cevaplamış:

'İşte böyle bir duygu!'

'Yaşayarak öğrenmek, bedeli en yüksek öğrenme biçimidir...'
Mesaj12.09.2009, 14:39 (UTC)    
Mesaj konusu:

Küçük kiz, hüzünlü bir yabanciya gülümsedi. Bu gülümseme adamin kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakin geçmiste kendisine yardim eden bir dosta tesekkür etmediğini hatirladi. Hemen bir not yazdi, yolladi. Arkadasi bu tesekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garsona yüklü bir bahsis birakti. Garson, ilk defa böyle bir bahsis aliyordu. Aksam eve giderken, kazandiği paranin bir parçasini her zaman köse basinda oturan fakir adamin sapkasina birakti. Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki… Iki gündür boğazindan asaği lokma geçmemisti. Karnini iki günden beri ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki odasinin yolunu islik çalarak tuttu. Öyle neseliydi ki, bir saçak altinda titreyen köpek yavrusunu görünce, kucağina aliverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sicak odada sabaha kadar kosusturdu. Gece yarisindan sonra apartmani dumanlar sardi. Bir yangin basliyordu. Dumani koklayan köpek öyle havlamaya basladi ki, önce fakir adam uyandi, sonra bütün apartman kalkti. Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularini kucaklayip, ölümden kurtardilar.
Bütün bunlarin hepsi, hiçbir maliyeti olmayan bir “TEBESSÜM”ün sonucuydu..
Önceki mesajları göster:   


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Türkçe Çeviri: phpBB Türkiye & Erdem Çorapçıoğlu