Forum'da ara:
Ara


Yazar Mesaj
Mesaj17.09.2008, 22:43 (UTC)    
Mesaj konusu: öLme Ne oLuR.. ((17 agustos depreminde yaşanmış bir hikaye))

Karla kaplı kaldırımda kayıp düşmemek için ağır ağır yürürken birkaç gündür diline doladığı Manga&Göksel Dursun Zaman isimli şarkıyı mırıldanıyordu.. “Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu, elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu..” ve tekrar başa dönüp “Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu, elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu..” ve tekrar başa, tekrar başa..
Metro’dan evine kadar olan o mesafede hep aynı bölümü tekrarladı.. Gözyaşları öyle güçlü bir şekilde dış dünyaya açılma gayreti içerisinde olsalar da odasına kadar sabredebildi..
Odasının ışığını yakmadan koltuğuna oturdu ve sessiz hıçkırıklarla ağladı.. En son 1999 yaz mevsiminde bu kadar yoğun ve güçlüydü yanağından süzülen yaşlar..Bir süre sonra odasının soğukluğuyla kendisine geldi, sigarasını yaktı, bilgisayarını açtı ve yazmaya başladı;


“Yıllarca hep O’nu bekledim, mutlaka gelecekti çünkü O’da beni bekliyordu.. Biliyorduk bir gün bir şekilde karşılaşacaktık ve ilk karşılaştığımızda bulduk diyecektik.. Bu derece emindim ve yıllarca “ acaba O mu? “ diyerek başka ellerde, başka gözlerde, başka dudaklarda onu aradım.. Üniversite yıllarımdı ve bir sonbahar gününde O geldi.. Muhteşem güzelliğiyle, zekasıyla ve adına da çok yakışan göz alıcı ışıltısıyla “Güneş” bir gün geldi.. Öyle derin, öyle sevecen, öyle harikulade bir şekilde geldi ki ve öyle ışık saçıyordu ki gözleri, geçmişimdeki tüm karanlıkları dahi aydınlattı.. Artık sabah doğan akşam batan güneşe ihtiyacım yok diye düşünmeye başlamıştım.. Güneş’im her şeye yetecekti, beni ısıtacak aydınlatacaktı.. Birbirimizi tanımak tanıtmak için hiç uğraşmadık çünkü dediğim gibi biz birbirimizi bekliyorduk, tanıyorduk.. Ve her şey o kadar güzeldi ki birlikteyken, biraz ayrı kalsak o muhteşem dakikaları çok özlüyorduk.. Artık yetmiyordu birkaç saatlik görüşmeler, bunu anlamıştık.. Birlikte uyuyup birlikte uyanmak nedir bunu da yaşamıştık ama bir-iki günle yetinmemiz artık olanaksızdı.. Birlikte yaşlanmalıydık, buna inanmıştık.. Güneş ve ben.. “Birde oğlumuz olsun adını Kurtuluş koyalım” teklifimi öyle tebessümle karşılamış ve o kadar tatlı boynuma sarılmıştı ki o an şu birkaç yıl hemen bitsinde mezun olup sonsuzluğa imza atalım istedim..”
* * *


“1999 baharı her şeyi ile muhteşem bir şekilde Güneş ile birlikte geçti gitti ve sıcaklığı ile bunaltan yaz mevsimi geldi.. O zamanları daha çok Beşiktaş ve Ortaköy’deki sahildeki çay bahçelerinde değerlendirdik. Ve asla vazgeçemediğimiz hafta sonu ada turlarımız, fayton..
İyi hatırlıyorum çok sıcak bir Pazartesi akşamıydı, Beşiktaş sahilde küçücük taburelerin olduğu salaş çay bahçesinde (Şu sıralar Barbaros Hayrettin Paşa iskelesi olarak adı geçen iskelenin yanı) çaylarımızı yudumlarken bir anda Güneş’e bir şeyler olmuştu. Rengi solmuş, durgunlaşmış, ışıltısı yok olmuştu..


-Neyin var Güneş? Bir anda durgunlaştın seni hiç böyle görmemiştim?


-İçime bir sıkıntı saplandı, ilk defa bu denli bir şey oluyor bu yüzden tarif edemiyorum nedenini çözemiyorum..


-Kalkalım mı? Yürüyelim ister misin?


-Hayır, sen burayı çok seviyorsun.. Kalalım ve sadece beni sevdiğini söyle..


-Sen normal değilsin Güneş, öyle ise bende normal olmayacağım..


Ayağa kalktım ve her zaman tamamı dolu olan çay bahçesindeki ve çevresindeki insanlara aldırmadan bağırabildiğim kadar bağırdım “SENİ SEVİYORUM..!” Şok olmuştu. Ellerinden tutup ayağa kaldırdım ve sımsıkı sarıldık. Gülenler de oldu alkışlayanlar da.. Hiç aldırmadan sarıldık ve sonra yüzüne baktığımda parıl parıl parlıyordu Güneşim, kendine gelmişti.. Sonra çay bahçesinden ayrıldık, yolu uzundu, Beşiktaş’tan Avcılar’a gidecekti bu yüzden geç olmadan onu evine uğurladım.. Ben de evime gitmek için otobüste bir cam kenarına oturdum, camda onun o hali beliriyor içim ürperiyordu.. Ne olmuştu acaba? düşüncesi içinde evime ulaştım. Odamda masamın üzerine O’nun yerleştirdiği ve ikimizin yan yana olduğu resim vardı. Alıp uzun uzun O’na baktım.. O’nun o muhteşem tatlılığına daldım ve bir süre sonra telefonum çaldı;


-Ben evime geldim özlediğim.


-İyisin di mi?


-Nasıl iyi olmam ki çay bahçesinde yaptığından sonra. Eve gelene kadar düşündüm ve karar verdim. Sen delisin ve ben bir deliyi seviyorum..


-Deliyim evet aksini hiç iddia etmedim ki.


Sonra birkaç hoş söz ve gülüşmeler eşliğinde telefon görüşmemizi bitirdik. İçim rahatlamıştı ve neşeli şekilde salona geçtim. Neşeli halim televizyona konsantre olmuş ev arkadaşımın da gözünden kaçmamış olacak ki sordu;


-Hayırdır yüzünde güller açmış..


-Güller güneşi severler bilirsin.


-Ha o mesele, bu arada benim yarın doğum günüm bilesin.


-Nasıl yarın?


-Eee 17 Ağustos işte..


-Tamam yapacakların belli. Pasta, kola, mum falan al, akşam sen mumları üflerken resmini çekerim, sonra doğum günün kutlu olsun derim. Nasıl ama?


Salonda bu neşeli sohbet ile saat baya ilerlemişti. Odama gidip yatağıma uzandığımda saat 00:30 civarıydı.Karışık düşünceler içerisinde uykuya daldım. Derken gecenin sessizliğini yırtan telefonumun sesi ile ansızın uyandım, arayan O idi;


-Bilirsin sana kıyamam, bu saatte asla aramam uyandırmam seni ama sesini duymak istedim.


-Güneş, bak bana doğruyu söyle neyin var?


-Yemin ederim bilmiyorum, tek bildiğim uyuyamadığım.Ve bir de sesini duymak zorundaydım.


-Nasıl zorundaydım? Nedir bu? Ne olur söyle? Neyin var Güneş?


-Bilmiyorum, bilmiyorum, bilmiyorum…


-Bak aklından tüm kötü düşünceleri at ve uykuya dal, yarın bu konuyu mutlaka konuşacağız..


-Tamam hayatım, seni seviyorum, iyi uykular.


-Bende seni seviyorum Güneşim.. iyi uykular.


Aklım iyice karışmıştı, yarın ne olduğunu mutlaka öğrenmeliydim. 15-20 dakika tavana bakarak düşüncelere daldım.. Derken ondan bir mesaj geldi.. “Beni hiç bırakmayacaksın di mi? Hiç bir şey bizi ayırmayacak di mi?” “O nasıl söz Güneş’im, sen bir sabah doğmasan zifiri karanlıkta ben yaşayabilir miyim sanıyorsun? Seninleyim ve bizi ancak ölüm ayırabilir, başka bir neden asla olamaz..”


Mesajı gönderdiğimde O’nun artık rahatça uyuyabileceğini düşünürken o da neydi??? Çok derinden çok garip bir gürültü. Nedir bu?? Yataktan kalkamıyorum. Olağandışı bir sarsıntı.. Nedir bu Allah’ım!! Neler oluyor? Güneş.. Güneş.. Deprem..!?!?!?! Nasıl bir şeydir bu, kendimi sokağa atmalıydım.. Yatağımın yanındaki telefonu iradem dışında alarak kapıya doğru yöneldim.. Yürüyemiyordum, her yer sallanıyor durmuyordu.. Apartman boşluğuna ulaştığımda herkeste bir panik, ev arkadaşımın gözlerindeki dehşet, bağrışmalar, çocukların ağlamaları.. Merdivenlerde korku dolu gözler, anında kesilen elektrik, her yer kapkaranlık.. Uzun süren sarsıntı yeni durmuştu ve caddeye fırladığımda herkes oradaydı.. Ailem?? Güneş..?? Güneş’i aramalıydım, ailem uzaktaydı, orada hissetmemişlerdir bile diye düşünerek Güneşi aramalıyım dedim.. Güneş.. Güneş.. Aç telefonu!! Lanet olsun! Güneş aç telefonu! Sonra lanet olası şebeke problemleri.. Güneşe ulaşmalıydım, komşumuz Kemal Abi, arabasını istediğimde o korku-panik halinde hiç düşünmeden “Al ama anahtar yukarıda kaldı” dedi.. İçimdeki o korku öylesine yok olmuştu ki, direk herkesin uzak durduğu apartman boşluğundan Kemal Abinin dairesine ulaştım.. Aşağıya fırladığımda herkesin yüzünde o kapkara korkuyu yeniden gördüm.. Arabaya bindim ve gidebileceğim en kestirme yollardan Avcılar’a doğru yola çıktım.. Ne kadar sürdü bilmiyorum sonunda Güneş’in oturduğu evin sokağına ulaştım. Sokağın başında bir panik.. Arabadan indim ve kalabalığı yararak o sokağa girdim. Sokağın diğer ucuna yakın, açık mavi mozaiklerle kaplı bir binaydı.. Koştum.. Olamazdı, bina yoktu, vardı ama yoktu..Yedi katlı bu bina yıkılmış beton enkazına dönmüştü.. Çıldırmak üzereydim.. Güneş diye haykırıyordum.. Hiçbir yerden O’nun sesi gelmiyordu.. Etraftaki insanların içinde onu aradım.. Yoktu, hayır o enkazın altında olamazdı.. Güneşim orada olamazdı..! Panik içinde bağırmaya devam ettim. Enkaz üzerine doğru çıkarak elime geçen tüm taş parçalarını, kiremitleri sokağa doğru fırlatıyordum.. Bir polis memuru yanıma yaklaşarak “Sabaha doğru kurtarma ekipleri gelecek, onlar gelene dek enkazın üzerinde yapacağınız bilinçsiz hareketler enkaz altında yaşama şansı olanların bu şanslarını azaltabilir..” diyerek koluma girdi ve beni enkazdan 10 metre uzakta bir kaldırım üzerine oturttu.. Hayır Güneş’e bir şey olmuş olamazdı.. Yaşayacaktı, o muhteşem güzelliği ile karşıma oturup gülümseyecekti bana..


* * *


Sabah kurtarma ekipleri geldi, Güneş’i kurtaracaklardı.. Gücümün sonuna dek kurtarma ekiplerine yardım ettim ama olmuyordu.. Yedi katlı binanın ikinci katında yaşıyordu Güneş ve bina olduğu yere çökmüştü.. Kurtarma ekibi olağanca hızıyla çalışıyordu. Saatler ilerledikçe herkes umudunu yavaş yavaş yitiriyordu. Ben ise O’nun beni asla bırakmayacağını biliyordum. Ellerim beton kütlelerini kaldırmaya çalışmaktan parçalanmıştı ama yorgunluk hiç hissetmiyordum.. Sesimin kısılmış olmasına rağmen tüm gücümle bağırmaya çabalıyordum.. Ve bu çabalar içerisinde çok uzun saatler geçti.. Tehlikeli saatler gelmişti ve artık herkes bu saatten sonra yaşaması mucize olacaktır şeklinde mırıldanıyordu.. Ve yaklaşık 40 saat sonra bir hareketlenme oldu enkaz çevresinde. Kurtarma ekipleri elleriyle birbirlerine işaretler yapıyorlar, ben ise ne olduğunu anlamaya çalışıyordum.. Hemen enkazın üzerine gittim.. Oradaydı..! Güneşim oradaydı..! Sadece saçı ve biraz da sırtı görünüyordu ve üzerinde geçmişte benim olan ve bundan bir ay önce o istediği için ona hediye ettiğim t-shirtüm vardı. Hiç sesi çıkmıyordu, kimseye yanıt vermiyordu. O sıra birkaç makine ile onu çıkartmak için betonları kaldırdılar, beton demirlerini kestiler.. Bu iş 1-2 saat sürdü ve sonunda ekipten birkaç kişi sakince O’nu yukarı doğru çekip bir sedyeye yatırdılar. Güneşim diye haykırarak eğildim O’na doğru. Gözleri kapalıydı, hiçbir yaşam belirtisi göstermiyordu ama hala o ilk gördüğüm günkü parıltısını saçıyordu, hiçbir yara izi yoktu.. Ekipten doktor olduğunu söyleyen adam O’na doğru eğildi.. Ve kısa bir süre sonra adamın yüzü bir anda beton griliğine büründü.. Hayır kötü bir şey söylememeliydi.. Hayır Güneş’im ölmüş olamazdı..


Adam titreyen sesi ile bir elini omzuma koyarak “O’nu kurtaramadık evladım..” dediğinde Güneş’e doğru eğilip sımsıkı sarıldım bir eli kolyesine kenetlenmiş cansız bedenine.. Sonrasını ise hatırlamıyor belki de hatırlamak istemiyordum..”


* * *


Geçen 6,5 senenin birikimini ilk defa yazıya döküyordu adam ve gözyaşlarının ıslattığı yanağı parlıyordu florasan ışığında.. Şarkının şu sözleri ise her şeyi ile O’nu yaşatıyordu odasının her tarafında.. “Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu..Elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu..” “Giderken bıraktığın bütün renkler siyah oldu..” Ve yeniden O’nu son gordüğü anı hatırlıyordu ; Güneş’in cansız bedenine sarıldığında, Güneş’in bir eli kolyesine kenetlenmiş, diğer eli ise sımsıkı cep telefonunu sarmıştı.. Cep telefonunu Güneş’in avucundan çekip aldığında telefonun ekranındaki, Güneş’in o felaket gecesinde sevdiğine cevap olarak yazdığı ama belli ki göndermeye fırsat bulamadığı “Bizi ölüm bile ayırmasın..” cümlesine cevap verircesine “Güneş’im, bizi ancak ölüm ayırır demiştim.. Yanılmışım Güneş’im..! Yanılmışım..! Hala bendesin Güneş’im..” diye bağırarak hıçkırıklarla ağlıyordu.. 17 Ağustos 1999 Saat 03:02’deki büyük depremde doğa, bir bedeni diğer bedene işte bu şekilde taşıyordu..




AŞK bir kere sevmektir. SEVMEK aşkın kendisi olmaktır
______________


Mesaj17.09.2008, 23:11 (UTC)    
Mesaj konusu:

Crying or Very sad

O depremde Eskişehir'deydim.. Çok şiddetli hissettim.. Ben Eskişehir'de böyle şiddetli hissettiysem merkezdekiler ve bizden daha yakın olanlar ne hissetti düşünmek dahi korkutuyor.. Çok üzücü ve çok acı veren bir afetti.. Allah bir daha göstermesin.. Crying or Very sad
______________
Forum imzanız 468x60 Boyutlarını geçmektedir.
@odev-arsivleri
Mesaj17.09.2008, 23:13 (UTC)    
Mesaj konusu:

bahse yazmış:
Crying or Very sad

O depremde Eskişehir'deydim.. Çok şiddetli hissettim.. Ben Eskişehir'de böyle şiddetli hissettiysem merkezdekiler ve bizden daha yakın olanlar ne hissetti düşünmek dahi korkutuyor.. Çok üzücü ve çok acı veren bir afetti.. Allah bir daha göstermesin.. Crying or Very sad


amin Sad
______________


Mesaj17.09.2008, 23:44 (UTC)    
Mesaj konusu:

hikaye zaten yeterince acıklı.
bir de depremle ilgili olunca okurken o ana geri döndüm Sad

______________
Ne insanların insanlığına inanabildim,
ne de hayvanların insanlar kadar hayvanlaştığına... (Sokrates Mert) Razz
Mesaj18.09.2008, 02:59 (UTC)    
Mesaj konusu:

hiç unutmam ozaman 7 yaşındadım önce tv filan küçükken kalkım izlerdimm sabahlarıı off o depremm
bide bu hikayee Crying or Very sad Crying or Very sad
______________
Mesaj20.09.2008, 14:13 (UTC)    
Mesaj konusu:

17 Ağustos depremiyle alakalı olduğu için bu başlıkta paylaşmak istedim. Hikaye depremle ilgili ama ders almamız gereker konu farklı.. Dikkatli okuyunuz lütfen.. -------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Gönlüne Göre Bir Ev Almak


Şenol'un içi oldukça sıkıntılıydı. Yıllardır biriktirdiği para, istediği evi almaya yetmiyordu. Büyük borçlar altına girmeye de bir türlü cesaret edemiyordu.

Oysa her evi beğenmemişler, özellikle çocuğunun bol güneş alabileceği, yakınında okul olan bir ev aramışlardı. Bu buldukları ev yeni bitmiş çok güzel görünümlü bir evdi. Evin güneşi de, okula yakınlığı da güzeldi, üstelik hemen yanı başında park inşası da vardı.

Şenol'un da eşi Sedef hanımın da içi gitmişti bu ev için. Aksi gibi eş-dosttan da çoğu ya ev, ya da araba almıştı.

Şenol her eve gidiş gelişte o evin olduğu caddeden geçiyor, kara sevdalı gibi eve baka baka hayallere dalıyordu.

O akşam, gece nöbetine gidiyordu. hazırlanırken hanımıyla aynı şeyleri konuşmuşlar, borç isteyecek biri veya paralarının yetmeyen kısmına yardım edecek bir kaynak için boş yere kafa yormuş, üzülmüşlerdi. Yıllardır kirada süründükten sonra ilk defa ev sahibi olma sınırına yaklaşmışken, istedikleri gibi bir ev almak istiyorlardı. Fakat uzun araştırmalar sonunda beğendikleri bu eve hem güçlerinin yetmemesi, hem de para bulmaları uzadıkça ellerinden kaçırma ihtimali canlarını sıkıyordu. Eve ister istemez bir gam,kasavet çökmüştü.

Şenol, kızını yanaklarından öptü 'Hoşçakal' dedikten sonra, hanımına fısıldadı. 'Biraz daha dikkat edelim, çocuğa fazla yansıtıyoruz sıkıntıları' dedikten sonra tüm sıkıntıları kendi omuzlarına almış gibi, omuzları düşük dışarı çıktı.

İş servisine gitmek için için yine bir arka sokağa ve yine almayı hayal ettiği dairenin olduğu yeni bitmiş inşaata doğru yöneldi. Uzun süredir daire için pazarlık yaptığı, indirime ve paranın bir kısmını taksitle ödemeye yanaşmayan müteahhit Sinan ordaydı. kendisini görmüştü, hafifçe elini kaldırarak selam verdi. Sinan dudaklarında bir tebessüm selama eliyle karşılık verdi.

Şenol içinde artan bir eziklikle hızla uzaklaştı ordan, ana caddeye çıkıp servis durağı olan büfenin yanına gidip Meteoroloji servisini beklemeye başladı.

Kısa zaman sonra durağa arkadaşları da gelmeye başladı. Şenol'un yaşıtlarından Ahmet ile yeni elemanlardan Ogün peşpeşe gelmişti. Selamlaştılar. Arkadaşları Şenol'un son zamanlarda sıkıntısını biliyorlardı, sessiz duruş nedenini sormaya gerek duymadılar. Ahmet, elini Şenol'un omzuna dokundurarak;


-Uzun süredir ev aradığınızı biliyorum ama nasipten ötesi yok, sıkma canını. Belki böylesi hayırlıdır, belki bir yıl sonra eline para geçecek, daha iyi bir ev alacaksın.

Şenol 'Belki' gibilerden başını salladı. Fazla konuşmaya niyetinin olmadığı belliydi. Ogün, onun da neşesini artırmak için Ahmet'le başka konulardan konuşmaya, komedi dizilerinden bahsetmeye başladı. Fakat pek faydasını göremediler. Servis geldi, bindiler. Ogün;


-Şenol abi istasyona gidince her şeyi unutursun.


Ahmet gülümseyerek,


-Hayırdır, bütün işleri Şenol'a mı yıkacan, 'çalışırken unutursun' mu demek istiyorsun?


-Yok be Şefim, güzel bir çay demlerim, bir de tavada yumurta hazırlarım, iyi de bir sohbet ortamı olursa, diye dedim.


-Ha şöyle de. Merak etme sen çayı demlersin, yumurtayı pişirir, sofrayı hazırlar, rasatları yapar, haritaları çizer, telefonlara bakar, filolardan brifing filan isterlerse gidersin, kalan işleri de ben yaparım. Şenol'u yormayız.


-Şefim, bu kadar yorulmasaydın istersen, bütün işleri bana yıktın.

Sohbet ederek iş yerine vardılar. Nöbetten çıkan ekipten açıklamaları aldıktan sonra iş paylaşımı yaptılar. Şenol, özellikle gece saatlerinde çalışmak istiyordu. 'Filolarda uçuş yokmuş, gece rahat olacağız. Ben gece rasatlarını da yaparım.' dedi.
Nöbete kendi arabasıyla gelen Abdullah'ta yarım saat kadar gecikmeyle gelmişti.

**** ****

Şenol, rasat yapmaya binadan çıktıkça, geceyle ve yıldızlarla yalnız kaldıkça eski bir hüznünün içini kapladığını, nerdeyse boğazının sıkıldığını hissediyordu.

Gece yarısı, Ahmet onun sıkıntılı haline dayanamadı;


-Görende kara sevdalı sanacak ha. hadi bakalım sen içeri, rasatlara da, telefonlara da bakarım ben. Biraz dinlen, iyi gelecektir.

**** **** ****

Ahmet'in ısrarlarıyla bir koltuğa geçip oturdu, radyoyu açtı. Başındaki ağırlığa rağmen uyumamaya çalışıyordu ama sonunda gözleri kapandı.

**** **** ****

Uykusundan büyük bir gürültüyle uyandı, birisi sanki kendisini koltuğunda fırlatmaya çalışıyordu. Korkuyla ne olduğunu anlamaya çalıştı. Bağrışma sesleri geliyordu; "Deprem deprem !.."


Hızla kalktı, her taraf karanlıktı ama deniz üzeri büyük bir patlamadan sonra ki son ışıldamalarda olduğu gibi parlak görünüyordu.

**** **** ****


17-Ağustos-1999'da saat 3 civarı gerçekleşen depremin ilk heyacanı, ilk korkusundan sonra biraz toparlandılar. Telefonlar çalışmıyor, ailelerinden haber alamıyorlardı. İçlerinde tek bekar olan Ogün'ü istasyonda bırakıp, Abdullah'ın arabasıyla hızla şehire, Gölcük'e doğru yola çıktılar.


**** **** ****


Çatlamış yollar, yıkılmış binalar endişelerini artırıyordu. Şenol kendi durağında indiğinde, birbirleri için dua ederek ayrıldıklar.Herkes kendi ailesini düşünüyordu.

Şenol yine aynı yolları geçerken yıkılmış binalar arasında biri dikkatini çekti, daire almak için yanıp tutuştuğu yeni inşaatı bitmiş o güzel apartman yıkılmıştı. Binanın önünde ağlayanlardan biriyle göz göze geldi, müteahhit Sinan'dı bu.

Hızla yürüdü, ailesinin bulunduğu apartmana geldi, kendini dışarı atmış aileler arasında eşini,çocuğunu hemen buldu. Oturdukları bina çatlaklar dışında sapasağlam kalmış, yıkılmamıştı. İçindeki büyük korkudan sonra ailesine kavuşmanın, sağ-salim görmenin etkisiyle onlara sarılıp ağlıyordu;


-Çok şükür, çok şükür. Biz bilmiyormuşuz hanım, hayırlısını Allah bilir.



Hanımı gözyaşları içinde sordu;


-Niçin böyle diyorsun?



-Eğer para bulup da o evi alsaydık, şimdi sizi kaybetmiştim. Geçerken gördüm, daire almak istediğimiz apartman tamamen yıkılmış.

(internetten alınmıştır)
______________
Forum imzanız 468x60 Boyutlarını geçmektedir.
@odev-arsivleri
Mesaj21.09.2008, 00:44 (UTC)    
Mesaj konusu:

Sad
Of ya bu çok hüzünlü bir öykü...
Ben sanırım hiç sevemedim ayrılığı...
İstiyorum ki hep filmler gibi mutlu sonlar olsun yaşamda...
Ama bu da her zaman mümkün değil tabi...
Allah öyle günleri,öyle acıları ülkemize de dünyamıza da bir daha yaşatmasın...
Paylaşım için teşekkürler..
Yaşamın kıymetini bilenlerden olunuz...
Her anının...
Önceki mesajları göster:   


Powered by phpBB © 2001, 2005 phpBB Group
Türkçe Çeviri: phpBB Türkiye & Erdem Çorapçıoğlu