"Uğur Yücel'i Sömürüyorum"
02 Aralık 2008 13:11
"Hırsız-Poliste manikürcüydüm, kuaförü oynadım, fön çekmeyi öğrendim. Gayet güzel fön çekerim! diyen Ezgi Mola, Canım Ailem'de ise hemşireliği öğreniyor.
Beyaz camda 'Canım Ailem'in hemşiresi Feride, Dot'un karanlık sahnesinde Liz... Ezgi Mola'yı sette yakalayıp kılığına büründüğü kadınları, adlarını anınca gözlerini parlatan insanları sorduk
Emirgan'ın ara sokaklarından birinde karşılıklı iki ahşap eve kurulmuş 'Canım Ailem' setinde Ezgi Mola'yla söyleşi yapmak için bekliyoruz. Kahkahalar kopuyor mavi ahşap evde. 'Ne çok eğleniyorlar' diye iç geçiriyoruz. Yanımda Ursula K. LeGuin'in 'Gülün Günlüğü' kitabı var. Birden şu cümle çıkıyor karşıma: Coşkulu! Coşku nasıl anlatılır? Mutlu olsalar da basit insanlar değillerdi, anlıyor musunuz? Oysa bizler, neşe sözcüklerini pek söylemiyoruz artık. Tüm tebessümler miadını doldurdu...
Derken gözlerinin içi gülen ufak tefek bir kadın yaklaşıyor. Ezgi Mola'nın neşesi, coşkusu, tebessümlerin miadını doldurup doldurmadığını ispat edercesine kavrıyor ortalığı. Bir mahalle dizisi sıcaklığının, dürüstlüğünün yanında, 'küçük insan'ların büyük umutlarına yelken açan, iyi bir kalemin, sağlam bir gözlem gücünün ve iyi oyunculukların süzgecinden geçmiş dört başı mamur bir dizi olmaya çoktan aday 'Canım Ailem'. Uğur Yücel faktörü de malumunuz!
Ezgi Mola, 'Canım Ailem'de ambulans hemşiresi, dört yıldır sözlü Feride'yi oynuyor. Neşeli, coşkulu, güzel ama kederi de, hüznü de eksik olmayan Feride, ablası ve kardeşiyle İstanbul'da yaşıyor.
Ama bir de Liz o. Oyunculuğunun su götürmez gücü, yeteneği tez zamanda kendini ispat etti. Sezonun iddialı projesi Dot'un sahneye koyduğu 'Vur/Yağmala/Yeniden' adlı oyunun ilk gösterisi 'Kayıp Cennet'te de Liz olarak sahneyi doldurdu. Yazar Mark Ravenhill'in karanlığı, dünyanın kaosuna yaptığı göndermeleriyle sarsıyor izleyici. Ezgi Mola da aynı sarsıcı, can yakıcı gücün oyuncuları da esir aldığını anlatıyor. Mola'yla Liz'i, Feride'yi ve Ezgi'yi konuştuk.
'Canım Ailem'de ambulans hemşiresi Feride'yi oynuyorsunuz. Feride nasıl bir kadın?
Ablası Meliha ve kız kardeşi Seyhan'la birlikte yaşıyor. Bu üç kız kardeş normal hayat şartlarında, ne fazla, ne eksik, güzel yaşayan, temiz kızlar. İstanbul'un tokadını yememişler. Ambulans hemşiresi Feride de dört yıldır sözlü olduğu sevgilisinin gözünün içine bakıyor, 'Hadi evlenelim' diye. Feride rolü benim için güzel, değişik yerlere gidecek gibi duruyor. Çünkü çok renkli bir kız. Onu hem çok gülerken görebilirsiniz, hem de çok ağlarken... Ama bu kız hep gülüyor ya da ağlıyor değil. Çok renkli, hayatın kendisi gibi. Açık, samimi, biraz patavatsız bir kız!
Bu rolleri çıkarmak için neleri biriktiriyorsunuz?
Hayal ediyorum; bu tipler benden çıkıyor, benim malzemem, daha çok kendimden besleniyorum. Böyle kızları takip ediyorum. Bu kızlardan çok var. Bir yerde görüyorsun, kodluyorsun. Bir gün denk geliyor ve çıkarıyorsun. Başka bir karakterde olmayanı onda göstermeye çalışıyorsun. Birtakım özelliklerini vurgulamaya çalışıyorsun.
Feride, sonra Dot'un 'Vur/Yağmala/Yeniden' projesiyle 'Kayıp Cennet'in Liz'i... Liz ve Feride aynı anda nasıl çıkıyor?
Hayal kurunca oluyor. Bir süre onunla yaşayınca, fark etmeden o gibi olmaya başlıyorsunuz. O hayalle önce baş başasınız, sonra okuma provalarını yapıyorsunuz, yönetmeniniz ve ekip arkadaşlarınızla tanışıyorsunuz, prova yapıyorsunuz. Aylarca, önce oturuyorsunuz, sonra 'Hadi gezelim sahnede' diyorsunuz, sonra 'Hadi şu kıyafetleri de giyelim', 'Hadi şu ışık da yansın bakalım' derken her yeni destekle, siz de bir şey daha ekliyorsunuz. Oradan bir ışık geliyor, sizden de bir duygu çıkıyor. Karşınızdaki oyuncunun hareketi değişirken, sizin de tepkiniz başkalaşıyor. Liz'i, Feride'yi düşünüyorsunuz, sonra araya Ezgi giriyor, 'O bunu söyler, yok ya bunu Ezgi söyler' derken Ezgi'yle Feride, Liz'le Ezgi ayrılıyor...
Her rolün çıkma aşaması sıkıntı da yaşatıyor oyuncuya, değil mi?
Agresifleştiğim, canımın sıkıldığı ve kimseyi görmek istemediğim anlar çok oluyor. Ama o kadar tatlı bir acı oluyor ki, seviyorsunuz. O doğum anı size gerçekten zevk veriyor. Şikâyet etmiyorsunuz, aksine isteyerek o acıyı çekiyorsunuz.
Hiç düşünür müydünüz bir ambulans hemşiresinin günlük ritmini, hissini?
Ama ben her şey olmayı düşünüyorum! Tempolu, enerjik, yerinde duramayan bir kadını oynuyorum. Feride karakteri için patavatsız, eğlenceli dedik fakat işini seviyor, bunu da ciddi bir sorumlulukla, soğukkanlılıkla yapıyor. Öğreniyorum bir hemşirenin hayatını. Mesela tansiyon ölçüyorum, meğerse bir hemşire asla elektronik tansiyon aletlerini kullanmazmış. Bildiğiniz o eski aletleri kullanıyorlar. El çabukluğunu, o tansiyon aletini kullanmanın beden dilini öğreniyorum. 'Hırsız-Polis'te bir manikürcüydüm. Kuaförü oynadım, fön çekmeyi öğrendim. Gayet güzel fön çekerim!
Uğur Yücel'e 'Abi' derken müthiş bir heyecan duyuyorsunuz...
Çok şey öğreniyorsunuz. Onun bakışına da, sizinle konuşmasına da bakıyorsunuz. Çok dolu bir adam. Biraz daha sömürebilmek için bakıyorsunuz ona! Müthiş biri. Her an size kendinizi iyi hissettiriyor. Konuşuyor, karşınızda derya deniz var. Babanız, abiniz, hocanız... Sömürdükçe sömürüyorum vallahi!
'Hayatımın Kadını' filmiyle Uğur Yücel'in biricik oyuncusu oldunuz...
'Hırsız-Polis'te birlikte çalıştık. Hep düşünüyordum, 'Bir gün olursa ne güzel olur' diye. Tanıştıktan sonra dikkatini çektim sanırım. Bir proje yapacağını anlatıyordu. Aradı bir sabah, Gel ofise, konuşalım dedi. Oradan çıkarken kolumun altında 'Hayatımın Kadınısın'ın senaryosu vardı. Kimle oynayacağımı bile bilmiyordum. Sonra utana sıkıla Uğur Abi'nin asistanına Ben kimi oynuyorum? Peki benim annemi oynayan hanım kim olacak? diye sordum, Türkan Şoray dedi!
'Hayatımın Kadınısın'da Türkan Şoray'la ilk sahneniz ne hissettirdi?
Küçüldüm, küçüldükçe küçüldüm. Yemin ediyorum; çizgi filmlerdeki gibiydi aynen, bir anda minnacık kaldım. Türkan Hanım dünya güzeli, müthiş bir hanımefendi, yüzünüze güller açarak bakıyor. Sahnede de gerçekten anneniz oluyor. Bu nasıl oluyor, nasıl bir şeydir diye hayranlıkla izledim. Kalakaldım. Türkan Şoray'la çalıştığınızda Yeşilçam karşınızda duruyor!
En sevdiğiniz Türkan Şoray filmi ne?
'Sultan'. Her izlediğimde ağlıyorum.
Uğur Yücel'in en sevdiğiniz filmi?
'Muhsin Bey'. 'Arabesk'in de hastasıyım.
'Bu oyun tokat atıyor size'
'Vur/Yağmala/Yeniden'in yazarı Mark Ravenhill yaşadığımız çağın kaosundan beslenen, sarsıcı metinlerin sahibi. 'Kayıp Cennet' sizin için nasıl bir deneyim oldu?
Bir kere son derece özgür bir sahnede tek başıma kalmayı öğrendim. Dot, kuralların dışına çıkıyor, hatta 'O bildiğin kuralları unut, o kurallar olmadan da olur' diyor oyuncuya ve izleyiciye. Biz oyunculara da sahne üzerinde bu fırsatı veriyor. Çok kalabalık bir kadromuz var. Bu çeşitlilik de çok hoşuma gidiyor. Burada kimse kimseye benzemiyor. Yüzünüze karşı birtakım sorular sorulduğunda, o karanlık yerde otururken o sözlerden o kadar rahatsız oluyorsunuz ki, bir zaman sonra oynarken farkına varıp yaptığın işin sertliği canını yakıyor.
Liz nasıl bir karakter?
Liz, zor bir karakter. Hostes, düzenli, hayatın onu götürdüğü yere sormadan giden, sadece giden bir kadın. Böyle olmasında da bir sakınca yok diyor. Alt komşusunun evinden sürekli çığlıklar gelince komşusunu uyarmaya gidiyor. İşte olay da orada başlıyor. Ruth'la karşılaşıyor, şaşırıyor ama aynı boşlukta, dakikalar geçtikçe Liz'in değişimini görüyoruz. 'Evet ya, lanet olsun, bu sistem bu noktaya getirir' diyorsunuz.
'Vur/Yağmala/Yeniden' kelimeleri yaşadığımız zamanın kafasını çok iyi ifade eden üç kelime aynı zamanda. Bu proje içinde yer almak, Liz'in kendisi ve Mark Ravenhill'in dünyası size neler düşündürüyor?
En çok tepkisizliklerimi düşündüm. Tokat atıyor size.
Mark Ravenhill o kadar garip bir kafayla yazmış ki oyunları, insana 'Ne kadar enteresan bir yerde yaşıyor' dedirtiyor.
Bu kadar farklı cümleler nasıl böyle bağlanır diye şaşırdım; hayran oldum. Çok etkilendim.
Her anında tatlı, yumuşak sözler var ama canımı da sıktı, sinirimi bozdu doğrusu!
______________
